Reklamlar Yazar Yazar Tarih 02 Haziran 2011
 Günah ve Sevap

Günah ve Sevap

Günah ve Sevap

Günah ve Sevap

Sana yarar sağlayacak ya da zarar verecek fiilindir!.

Pozitif enerji adını verdiğimiz bu dalgalar beynin «verici» mahiyetteki düşünce ve fiillerinden oluşan bir enerji türüdür!.. Dindeki adı «sevap»tır!..

Pozitif enerjinin karşıtı olan «negatif enerji» adını verdiğimiz dalgalar ise beynin «alıcı», «birimsel menfaate dönük» davranışlarından oluşur. Dindeki adı «günah»tır!..

‘’Günah’’, Hakikatini bilmeyenin davranışlarının adıdır.

GÜNAH VE SEVAPLAR NASIL YAZILIYOR?!

Melekî kuvve ve kuvvetler sayısızdır…

Meselâ, insanın müvekkel melekleri, insana vazifeli olarak verilmiş melekler… Esasen bu konuda, Hz. Rasûlullah aleyhisselâm buyuruyor ki:

“Bir çocuk doğduğu andan itibaren, onunla ilgili, onunla beraber olmak üzere bir Melek meydana getirilir. Bir de onunla beraber olan bir Cin`i vardır. O melek onu, meleki güçlere çekmek isterken, o cin de onu maddiyata, süfliyata çeker.”

Neticede o kişi ya melekiyeti kazanır, melekler âlemine yükselebilecek düzeye gelir. Veyahut da Cin`e yani şeytana tâbi olarak, kendini madde beden kabul edip, bu süflî madde dünyasında kaybolur, boğulur gider.”

Bu iki meleğin dışında ayrıca, iki de “Kirâmen Kâtibeyn” denen, sağ ve sol omuzda diye anlatılan bu iki meleğin vazifesi, dini tabirle sevap ve günahları yazma olarak anlatılır.

Buradaki “sevap ve günahları yazmak” diye anlatılan olay, bizim genelde anladığımız mânâda bir kalemle bir yazı mahalline yazmak değil, elbette!..

Bildiğimiz gibi, insanın sağ yönünde, Çinlilerin 2000 sene önce tespit etmiş olduğu, vücudun sağ yönünde, Akapunkturun esasını getiren pozitif yük vardır. Sol yanında da negatif yük vardır.

Kişinin kendini madde ötesi yaşama hazırlamasını sağlayan fiil ve düşünceleri, çevresine verici fiil ve düşünceleri, pozitif yük ağırlıklı olarak, beyinde düşünülür ve bunlar dalgasal yapıya çevrilerek ruhta kayda alınır!.

Ruha yüklenen bu pozitif yüklü dalgalar, kişinin ruhunun dünyanın manyetik çekim alanından kurtulmasına ve cennetlere açılmasına vesile olan güçtür!.

Buna mukabil, kişinin, alıcı, kendine toplayıcı, dünya ve maddeye yönelici düşünce ve eylemlerinden oluşan fiilleri ve düşünceleri, günah diye nitelendirilir; ve bu menfi, negatif ağırlıklı dalgaların meydana getirdiği dalgasal üretim, ruha negatif olarak yansır ve bu da kişinin madde dünyasına bağlılığını, çekimini artırır.

Dolayısıyla, madde dünyasına ağırlıklı olarak bağlanan bu ruh, neticede madde dünyasından kopamaz ve o nispette de dünya ile birlikte güneşin dalgasal boyutuna girerek orada büyük azaplar çeker.

İşte, kişideki pozitif ve negatif yükün kaynağı, din terminolojisinde; kişinin günahları ve sevaplarını yazan “iki omuzundaki iki melek” diye tarif edilmiştir…

“Sevap” denen sistem düşünceye, “günah” denen sistem ise beyindeki fiile dönük devreyle çalışır…

GÜNAHLAR NEDEN BULÛĞ’DAN EVVEL YAZILMAZ?

Pozitif enerji dalgaları (sevab) kişinin ilk şuur hallerinden itibaren üretilir. Bu sebebten 5-6 yaşından itibaren çocuğa müsbet çalışmalar tavsiye edilir ve bu istikamete yönlendirilir.

Negatif enerji dalgalarını (günah) beyin «büluğa ermek» diye tanımlanan cinsiyet hormonlarının salgılanmasından sonra üretmeye başlar!

Zira bu dalgalar, beynin biokimyasının seks hormonlarıyla etkilenmesinden sonra beyin tarafından üretilebilmektedir. Bunun için de, “büluğdan evvel kişinin günahları yazılmaz” diye mecazi bir şekilde anlatılır bu durum.

Kişi, bulûğa erme denen östrojen ve androjen hormonlarının üst düzey faaliyete geçişiyle birlikte mesûliyet devresine girer. Bu, şu demektir; Beyin bu hormonların kimyasal etkisiyle birlikte yanlış zihinsel faaliyetlerini negatif yük olarak ruha kaydetmeye başlar!.. Yâni günah olarak!.. Yâni, iki omuzundaki iki melek tarafından!.. Ayrıca gene bu beyin faaliyetleri pozitif ve negatif yük esasıyla ve her beynin kendine has şifresiyle boşluğa yayınlanır.

BÜTÜN GÜNAHLARIN KÖKENİİ

”TANRIYA İNANMAK”TIR!

Günahların en büyüğü nedir?..

“İnneş şirke lezulmün azîm”!..

“Şirk azîm zulümdür”;

diyor âyet…

Yani, “Allah”ı, tanrı mesabesine koymak!… Şirk budur!…

“Sizin için korktuğum gizli şirktir, artık açık şirk olmaz ümmetimde” diyor…

Öyle ise Tanrıya tapmak “kebâir”in ta kendisidir!… Büyük günahların en başında gelen ve hepsinin kökenidir!…

Bütün günahların kökeninde de “Şirk-i hafi” yani “tanrıya inanmak” yatar!…

“Ey iman edenler…. Allah’a iman edin”; âyetindeki uyarı, Hz. Muhammed ve Kur’âna imân, edip henüz Tanrı anlayışından kurtulmamış olan SAHABEYE gelmişti…. Sahâbe, yani Allah Rasûlü’nü gören(!)ler böyle olursa… Ya bizler?!….

BÜYÜK GÜNAHLAR

Savaştan kaçma olayının dahi bu şekildeki istiğfarla affedilmesi olayına gelince…

Savaştan kaçma, Hazreti Rasûlullah aleyhisselâmın bildirdiği üzere yedi büyük günâhtan birisidir.

Buyuruyor ki Rasûlullah:

-Helâk eden yedi şeyden sakının.”

Soruluyor “nedir onlar” diye:

“Allah’a şirk koşmak;

Allah’ın haram kıldığı insanı öldürmek;

BÜYÜ ve sihir yapmak;

Faiz yemek;

Yetim malı yemek;

Savaştan kaçmak;

İffetli kadına zinâ iftirası atmak.”

açıklaması yapılıyor Efendimizden.

EN BÜYÜK GÜNAH NEDİR?

Günah, “benlik”ten doğar!.

En büyük günah da “BENLİK”tir!.

İşte en basitiyle İslâm.

İslâm’ın temel esaslarını ve bu temel esasların hangi sırlara dayandığını detaylı bir şekilde öğrenmek isteyenler “TEMEL ESASLAR” kitabımızı okusunlar…

“Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz”!.

Buyuran Efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bildirdiği Kurân’ın bize en öz mânâda anlatmak istedikleri ve bizden talep ettikleri.

Şâyet bunları anlayabildiysek.

Şimdi de önce “GÜNAH”ı anlayalım sonra da “İstiğfar”ın ne olduğunu ve nasıl bir düşünceyle yapılması gerekliliğini.

“Dağlar gibi kuşatmış, benlik günâhı seni günahını bilmeden, gufrânı arzularsın”

Ve işte bundan sonradır ki. Artık KUR’ÂN-I KERİM’e “EL SÜREBİLİRİZ”; ve ZİKRE, DUAYA başlayabiliriz.

BİR GÜNAHIN BÜYÜKLÜĞÜ

KİŞİNİN ÂHİRETİNE VERDİĞİ ZARARLA ÖLÇÜLÜR!

Vicdanımızın bize, sen imanlısın demesi önemli mi?…

Yoksa, amelimiz mi imanımızın göstergesi?…

Mesela, sigara içen biri, sigaranın beynine ve dolayısıyla âhiretine zarar vermekte ve kendine zulmetmekte olduğuna imanlı mıdır?

İmandan AMAÇ, İMANIN GEREĞİ OLAN AMEL MİDİR?

İmanın gereği olan amel yoksa, iman mevcut olabilir mi?

Sigara için biri, ben sigaranın zararlarına iman ediyorum dese dahi, böyle bir imanı var mıdır?o zarara iman etmiş biri sigaraya devam edebilir mi?ediyorsa, o konuda imanı hala var olabilir mi?…

Her konuda gerçekçi olalım ve ne karşımızdakini, ne de kendimizi aldatmayalım!…İman ehlinden mümine bilerek zarar gelmez, diyor Hz.Rasûl!.

Eğer çevremize veya kendimize bilerek zarar veriyorsak, bu durumda ne kadar imanlı olabiliriz?

Anlayışı kıtlara kapı açıyorum:

Buhari 2144 nolu hadise göre zinada en hafif günahlardandır; iki kişi arasında kalması ve beyne direkt zararı olmaması yönünden!…

Ama sigara kişinin hem kendisine hem de çevresine bilerek zulmetmesidir ki, bu zinadan çok daha büyük günahtır!…

Bir günahın büyüklüğü kişinin ahıretine verdigi zararla ölçülür…

Kimsenin ne kendi beynine ne de baskasının beynine zarar verme hakkı yoktur… Mesela sigaranın zararına iman diye bir konu sözkonusu olamaz!… Çünkü artık o, iman boyutunu asmıs, ikan noktasına ulasmıstır!… Çünkü bu zarar bilimsel olarak, madden tespit edilmiştir!..

Öyleyse, ister sigara yollu, ister başka fiillerle kendisine veya çevresine bilerek zarar veren kişinin imanından ne kadar sözedilebilir?

Allah, bizi çevremize ve kendimize(kendisine) yararlı olalım diye mi yarattı; yoksa kendimize ve çevremize zarar verelim diye mi yarattı?

İman, bizi çevremize yararlı ameller konusunda yönlendirmiyorsa, o iman ne kadardır bizde?

Sigaranın misâlini her konuya yayalım…

İman, bizi her konuda insanlara yararlı olmaya, onlara birşeyler kazandırmaya yönlendirmek isterken, biz onlara yararlı olmak yerine zararlı oluyorsak bu mümindir baskılı elbiseyle dolaşsak, imanlı sayilir mıyız acaba?

HATADA YA DA YANLIŞTA ISRARIN BEDELİ,

PAHASI AĞIRDIR!

Yanlıştan dönmek, hatadan dönmek, akıllı insana özgü bir fazilettir.

Gelişmemiş insanın “dediğim dedik” anlayışı vardır!.

Beyni yeterince gelişmemiş çocuk kalmış insan, yanlış karar verdiğinde, o karardan dönmeyi; yanlış konuda söz verdiğinde sözünden dönmeyi eksiklik kabul eder, “erkekliğine” yediremez, kişiliğine-benliğine yakıştıramaz!.

Allah Rasûlü ise, yanlış yere yemin edildiğinde, o yeminden dönülüp; kefâret olarak üç gün bir fakirin karnının doyurulmasını ya da buna gücü yetmeyenin üç gün oruç tutmasını tavsiye etmektedir!.

Yaşamda, her insan hata yapabilir o konuda yeterli bilgi tabanı yoksa; ya da kendisine doğru bilgi verilmemişse; ya da kandırılmışsa; ve yahut aklı yerine duygu veya dürtüleriyle bir karar almış ya da söz vermişse!

Burada faziletli ve olgun davranış, verilen karar ya da sözden dönüp; gerçeğin hakkı ya da gereği neyse onu uygulamaktır!.

“Ama söz vermiştim, bana yakışmaz” diyerek hatada ya da yanlışta, ısrar, ancak gelişmemiş beyinlerin tavrıdır!.

Olgun insan, yanlış veya hata yapıp da ardında uyarıldığında, duygusallığını bir yana atıp, bu hatasından dönebilen insandır!. Kefâretini verir ve hatasından ya da yanlışından döner; doğrunun, makûlün, ilmin gereğinin hakkını verir.

“Söz verdim” diyerek hatada ya da yanlışta ısrarın bedeli, pahası çok ağırdır!… Bazen kaybedilen nîce yıllara, bazen de insanın sağlığına, veya yaşamına, mâl olur!. Telâfisi de mümkün olmaz!

GÜNAH VEYA SEVAPLAR,

KURÂN VE RASÛLULLAH AÇIKLAMALARIYLA BELİRLENMİŞTİR!

İslâm Dini’nin kökeni-kaynağı “Kurân”dır veya “Hadis” dediğimiz Rasûlullah aleyhisselâmın açıklamalarıdır!.

Bu iki kökene dayanmayan herşey kabul edilmesi gerekli olmayan şeylerdir ve DİN diye de konuşmaması gerekli şeylerdir!.

Biz maalesef çok yanlış bir eğitim şekli de uyguluyoruz.

Çoluğumuza çocuğumuza sıkıştığımız yerde hoşumuza gitmeyen bir şeyde hemen “bunu yapma günahtır” diyoruz.. veya “şöyle yap sevaptır” diyoruz..

Bir şeyin günah veya sevap olması için, Kurân’da o şeyin insanlara yasaklanması veya yapılmasının tavsiye edilmesi gerekir veya Hz.Rasûlullah aleyhisselâm tarafından bu yasağın getirilmesi veya tavsiyenin getirilmesi gerekir!.

Eğer Kurân’a veya Hz.Rasûlullah’ın açıklamalarına dayanmıyorsa o şey, biz onu kabul etmekle mükellief değiliz. Ve bu, Din adına da öngörülmez hiçbir zaman!

Öyle bir şey için ”bu sevaptır.. bu günahtır” denmez!

Dendiği takdirde arkasında ”niye sevap, niye günah?” suali sorulur ve buna dayalı olarak da mutlaka bir Rasûl, Nebi açıklaması veya bir âyet gösterilmesi gerekir!.

Bugün anlatılan şeylerin pek çoğu hep halk arasında dolaşan hurâfeler veya çeşitli hikayeler, yakıştırmalar..

Siz, bir fikir söylüyorsunuz..”Bu fikir Kurân’da hangi âyete dayanıyor veya Hz.Rasûlallah’ın hangi açıklamasına dayanıyor? dediğiniz zaman,

“ben öyle duydum” diyor..

“ Ben öyle duydum”la Din konuşulmaz veya nakledilmez!.

İDRAKIN KADAR YANLIŞLARDAN KORUNURSUN!

Önemli olan her an şuurlu bir şekilde ve belli bir noktaya, hedefe doğru yürümektir. İdrâkın kadarıyla yanlışlardan korunursun… Nasıl yakacağını idrak ettiğin ütüye dokunmazsan sana pişmanlık verecek yanlıştan da kendini öylece korursun…

EDÂ EDİLEN HER NAMAZ

KENDİSİYLE ÖNCEKİLERİN ARASINDAKİ GÜNAHLARIN AFFINA

VESİLE OLUR!

Hacca gittiğimiz zaman. “Arafat” dan, anamızdan doğduğumuz günkü kadar bütün günâhlarımızdan arınmış olarak sâf, temiz bir hâlde geri dönüyoruz.

Peki?. Bu güzel şey de ancak, Allah’ın kendisine büyük imkân tanıdığı bir kimse ise, bu şansa sahip oluyor.

Hacca gidecek mâli imkânları elvermeyen bir kişiyi düşünelim….

O kişi Allah’a imân ediyor. Rasûlullah’a imân ediyor. Ama, gayet doğal olarak beşer olduğu için de çeşitli eksikleri, noksanları, kusurları, yanlışları vs. var.

Bilerek veya bilmeyerek işlediği çeşitli kusur ve yanlışların getirdiği günahlarla da bezenmiş bir halde…

O zaman, bu kişinin kurtulma şansı nedir? Kendini nasıl kurtaracak?. Ne yapması gerekiyor?.

Böylesine imân sahibi olan kimselere Cenâb-ı Hak, bir yol göstermiş ve kolaylık sunmuş. Bu kolaylığı bize Hz.Rasûlullah,Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa s.a.v. şöyle bildiriyor :

“Kılınan her vakit namazı, kendisinden önceki namazla arasında işlenmiş olan bütün günâhları siler, temizler, arıtır.”. Ve bunun misâlini de şu şekilde veriyor.

“Sizin evinizin önünden bir ırmak aksa ve siz bu ırmağa günde beş defa girip çıksanız, üzerinizde hiçbir kir, pislik kalır mı?

Nasıl ki, günde beş defa yıkanan birinin üzerinde maddi bir kir, pislik kalmazsa, aynı şekilde günde beş vakit namazını eda eden kişinin de üzerinde günâh kiri kalmaz.”

Ama, burada bir incelik var. Bu anlatımda dikkat etmeniz gereken bir püf nokta var:

Yine Hz. Rasûlullah buyuruyor ki:

“ Fâtiha’sız namaz olmaz! “

Namazı edâ etmiş olmanın ana şartı, her rekâtta Fâtiha sûresini okumaktır. Nedir o Fâtiha sûresi bir kez okuyalım;

Bismillâhirrahmanirrahim elhamdulillâhi rabbil âlemin………….. veleddââlliyn âmin.

“Eğer bu, namazda okunmazsa o namaz yerine gelmiş, edâ edilmiş olmaz” diyor, Hz. Rasûlullah. Ve, yine buyuruyor ki:

“Namaz, mü’minin mi’râcıdır.”

Buradaki “namaz mü’minin mirâcıdır” ifadesini iki yönlü ele almak lâzım.

Namazın mi’râc olması

Mi’râcın namaz olması

Namazın mi’râc olması ne demek?.. Mirâcın namaz olması ne demek?..

Edâ edilen her namaz, kendisiyle öncekilerin arasındaki günâhların affına vesile oluyor.

Günün her hangi bir vaktinde, ansızın ölebilirsin. Öldüğün anda artık ana-baba, eş. çocuk, koltuk, iş, para, mal-mülk gibi değerlerin hiç geçerliliği kalmayacak. Tek başına başka bir âlemde ve ortamda olacaksın.

Bu ortama, dünyada yüklediğin tüm beşeri yükler ve günâhlarla gitmek mi ;Yoksa, bütün bu beşeri yaşamdaki günahlarından arınarak, temizlenerek gitmek mi evlâ?

Evvelâ buna bir karar vermek lâzım!.

Eğer, günâhlardan arınmış, temizlenmiş olarak gitmek istiyorsak, bunun en kolay yolu günde beş vakit namazı, vakitlerinde edâ etmektir.

Şöyle dediğinizi işitir gibi oluyorum;

“Eee canım, Allah ona para vermiş, imkân vermiş. Hacca gitti, bütün günâhlarını sıfırladı geldi. Benim param olmadığı için gidemedim!.”

Senin paran yoksa, imkânın yoksa Cenâb-ı Hak sana da beş vakit namazı ihsan buyurdu. Günde beş vakit edâ ettiğin zaman her bir namaz arasındaki günahlardan temizlenip, arınıp, sıfırlanıyorsun!.

BÜTÜN GÜNAHLARIN BAĞIŞLANMASINA SEBEP OLAN ÂYET

“İYYÂKE NA’BUDÜ VE İYYÂKE NESTAİN”DİR!

Peki?.. Bu beş vakit namaz da neye bağlı?..

Fâtiha’nın okunmasına bağlı!.

“Fâtiha’sız namaz olmaz!..”

Fâtiha sûresinde ne var ki, Fâtiha’sız namaz olmuyor?.

Kur’ân ‘ın diğer sûrelerinde olmayıp da sadece Fâtiha sûresinde olan ne?.

Fâtiha sûresinin en önemli en can alıcı âyeti;

“İyyake na’budü ve iyyake nestâiyn.” dir.

İnsanın bütün günâhlarının bağışlanmasına sebep olan âyet, “iyyake na’budü ve iyyake nestaiyn” ayetidir. Niçin?..

Buna girmeyeceğim… Herkes kendi bünyesinde, kendi ilmine göre, kendi mertebesine göre düşünsün araştırsın!..

Ama, buradaki sırrı size söylüyorum. Buradaki sır “iyyake na’budü ve iyyake nestaiyn” dir. Onun için namazda Fâtiha’yı okurken özellikle bu âyeti düşünerek okuyun!. Üstünde durarak okuyun!.

Namaza durduğunuz zaman ezbere, düşünmeden, bir teyp gibi değil!.

Namazı düşünerek, üstünde durarak okursanız farkını ve faydasını mutlaka görürsünüz.

Bu masayı üstün körü, şöyle bir silmek var! Bir de bastırarak, işine önem vererek silmek var. Ehemmiyet vererek silersen tozu, masa daha iyi temizlenir.

“İyyake na’budu ve iyyake nestaiyn” âyetini de düşünerek, anlayarak, hazmederek tekrar edersen, mermerin üzerindeki kirleri böyle almışın gibi bütün günâhlarından arınır, temizlenir, pâklanır ve o namaz sonrasında vefât edersen, o namaza kadar olan bütün günâhlarından arınmış olarak âhirete intikal edersin…

Böyle bir kısmeti -böyle bir şansı, imanı olan hiç kimse tepmez!

Öyleyse, bize verilen beş vakit namaz nimetini çok iyi bilelim.

Vaktin yok, mümkün değil, sünnetlerini kılamıyorsun. Kılamazsan da hiç olmazsa fazladan geçtik ,farzları edâ etmeye çalış!. Ve, Fâtiha’yı okurken de bilinçli, şuurlu olarak oku!. Özellikle “iyyake na’budu ve iyyake nestâiyn” âyetini bilinçli, şuurlu bir şekilde düşünüp tefekkür ederek tekrar et!.

Allah, bütün namazlarınızda bilinçli olarak Fâtiha’yı OKUmayı ve özellikle bu âyetin üzerinde durmayı, anlamını açmayı bize kolaylaştırsın!. Bu sırrı anlamayı bize nasip etsin!.

RASÛLULLAH’IN ŞEFAATİ,

BÜYÜK GÜNAH SAHİPLERİ İÇİNDİR!

(Soru: Rasûlullah Efendimiz, “Benim şefâatim ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.” buyuruyorlar. Büyük günah sahiplerinden kastedilen kimlerdir? Açabilir misiniz Üstadım. Teşekkür ederiz.)

Bu açıklamasından benim anladığım, şefâatin ŞİRKİ HAFÎ ehline olduğudur… Çünkü şirki hafî en büyük günahtır!… Mutlak şirkin zaten bağışlanması yoktur… Şirki hafi ise bunun dışında kalan günahların en büyüğü ve bütün günahların kökenidir!..

BÜYÜK GÜNAHLARDAN DAHİ

BAĞIŞLANMA SÖZKONUSUDUR!

Okunuşu:

Estağfirullahelleziy lâ ilâhe illâ Hû el Hayyul Kayyum ve etubu ileyh.

nlamı:

Bağışlanma diliyorum. Allah’tan ki, tanrı yoktur Hay ve Kayyum olan sadece O vardır. Tövbem O’nadır!.

Bilgi:

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

-Kim, Tanrı yoktur Hay ve Kayyum olan O vardır. Bağışlanmayı Allah’tan dilerim, tövbem O’nadır. derse, savaştan kaçmış bile olsa günâhları bağışlanır.’

Burada çok önemli olan husus ikidir. İstiğfarda “İSMİ A’ZÂM” kullanılması ve bu tür istiğfarın büyük günâhları dahi affettireceği.

Görülüyor ki, büyük günâhlardan bağışlanma dahi söz konusudur. Ve bağışlanmak için; hıristiyanların günâh çıkartmak için papazlara muhtaç oluşu gibi bir muhtaciyet gerekmeden; sadece Allah’ın Azamet ve Kibriya’sına yönelip, kusurunu, suçunu itiraf ile O’ndan bağışlanma niyaz etmek yeterli olmaktadır.

Öyle ise, ne kadar büyük suç işlemiş olursak olalım, asla umutsuz olmayalım; ve Allah’a yönelip tövbe etmeyi ertelemeyelim!.

HAVASIN GÜNAHI

Geniş anlamı ile günah, nefse dönük, nefsin menfaatine dönük davranıştır. Bu elbette havâsa dönük mânâdır.

NEFS’TEN GÜNAHI ÇIKARTMAK

“Yâ Gavs. Tövbeyi istersen, önce nefsinden günahı çıkarmalısın. Sonra kalbinden hâtırasını çıkarmalısın!.. İşte o zaman bana vâsıl olursun!. Aksi halde müstehzîlerden olursun!…

Avâm’ın “nefsinden günahı çıkartması”, günah olan fiilleri terketmesidir.

Havâs’ın “nefs”inden günahı çıkarması, benliğine dönük fiilleri terketmesidir.

Has-ül havâs’ın günah’ı çıkartması ise, “nefs”inin varolmayıp, sadece mutlak “NEFS”in varoluşunu seyr hâli içinde “günahın çıkmış” olmasıdır..Elbette ki mutlak NEFS için “günah” kavramı geçerli olmaz!.

Geniş anlamı ile ‘’günah’’, nefse dönük, nefsin menfaatine dönük davranıştır. Bu, elbette havâsa dönük mânâdır.

Bu anlayış ile ‘’nefsten günahın çıkartılması’’ ise Hakk’tan ayrı bir varlık görülmek sûretiyle onda günah kavramının görülmesinin kaldırılması demektir.

Ama bunun aksine, bir kişinin vehmî kişiliği kapı gibi ortada dururken, günah-sevap yoktur deyip, nefsine bedenine dönük herşeyi yapması onun katranlı beton perdenin ardına atar, tabiat cehennemine sokar ki, bunun getireceği sonuçları, mahrûmîyetleri ve azâbları târif mümkün olmaz!.

Hem kendini gör, hem karşındakini bir kişi veya birim olarak gör, ondan sonra da günah yoktur de!…Bu basiretsizliğin zirvesidir!.

Kendini Hilmi zannettiğin, vehmettiğin, hissettiğin sürece; karşındakini Hulûsi olarak gördüğün sürece, asla “günah yoktur” diyemezsin ve perdeli yaşamın son bulmaz…Perdenin kalkmasını ve ebediyyen perdesiz yaşamayı istiyorsan, dünyada yaşarken kendini kaldırmak sûretiyle “HAKÎKİ SECDE”yi yapmak ve suçlanacak kişiler görmeyi terketmek mecbûriyetindesin!.

Aksi takdirde perdeli yaşamak ve ölümötesi yaşamda da perdeli kalmaktan kimse kurtaramaz seni!.

GÜNAHIN HATIRASI NE ZAMAN KALKAR?

En büyük günah da “BENLİK”tir!.

BENLİK ortadan kalktı mı, günah da kalkar!.

Allah dilediğini yapar, hikmettir!.

“Sen” bir olumsuz fiil işlediğin zaman günah olur!.

Fâili izâfî varolduğu sürece günah bitmez. Fiil, hakiki fâile bağlanıp, izâfî fâil ortadan kalktı mı günah da son bulur!.

İşte böylece “günahın hâtırası”da ortadan kalkmış olur!.

Çünkü hâtıranın kalkması, hâtıranın yer aldığı varlığın kalkması ile mümkündür..: Ne zaman ki hâtıranın çıktığı varlık ortadan kalkar, işte o zaman hâtıra da kaybolup gider.

Kendini var kabul ettiğin sürece, günah fiîlî varolmasa dahi hâtıraları “benliğini” meşgul edecektir!. Bu meşguliyet ise “günah hâtırası”dır ki, benliğinin yaşamıyla bağlantılıdır.

Ne zamandır ki, “benliğinin” varolmadığını, hakikatını yaşarsın, işte o zaman, nefsinden günah da , hâtırası da çıkmış olur.

GEÇMİŞ VE GELECEK GÜNAHLARIN AFFOLMASI

“SANA AÇIK-SEÇİK FETİH İHSÂN ETTİK: ALLAH GEÇMİŞ VE GELECEK TÜM GÜNAHLARINI BAĞIŞLADI.”

Âyetlerinde işaret edilen mânâ da anladığımız kadarıyla bu hususa işaret eder.

“Fetih” tasavvuftaki anlamıyla, kişinin benliğinin ve benliğinin oluşturduğu perdelerin ortadan kalkması ve Hakkânî sıfatlarla tahakkuk etmesi hâlidir ki, bir devirde ancak çok çok ender kişilerde oluşur!. Bunlar, “Hakkın gözüyle görür, işitir, söyler, tutar, yürürler!.”

“Fetih” gelmiş kişiler, “benliklerinden” kurtulmuş oldukları için, geçmiş ve gelecek günahlarından da bağışlanmışlardır.

Çünkü, onlardan günah ve hâtırası çıkmıştır… Çünkü benlikleri ortadan kalkmıştır!.Beden ve bedensel değerler onlar için hiçbir anlam taşımadığı gibi, ruhsal değerler dahi onlardan düşmüştür!.Onlar mukarreblerdir, ferdiyet sahipleridir.

Kişilik isimlerinin ardında, seyreden-seyredilen ve seyr hep aynı TEK olmuştur!.

Eğer bu bahsedilen hâl oluşmadan, kendini Hak görerek, başkalarına Hak’lık atfederek, günahı-sevabı inkâr edersen, ancak müstehzîlerden olursun…Yâni hakikatle alay edenler durumuna düşersin…Alay konusu olursun.

Ahmed Hulûsi

Etiketler: , , , , , , , , , ,
Yorum Yapın

5 Comments »

  1. ayhan Says:

    Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,

    Günahıma girmeden, katilim olmadan git!

    Git de şen şakrak geçen günlerime gün ekle,

    Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.

    Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar,

    Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar

    Madem ki benli hayat sana kafes kadar dar,

    Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.

    Hadi git, benden sana dilediğince izin,

    Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.

    Kahrımın nedenini söylesem irkilirler;

    Çünkü herkes beni karadaglı ayhan olrak biliyor

    comment-bottom
  2. ayhan Says:

    Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın;

    Oysa ki hep yedekte, hep elde var saymıştın.

    Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak,

    Zannetme ki pişmanlık, mutluluk kadar ırak!

    Sanma ki fasl-ı bahar geldiği gibi gitmez,

    Sanma ki hüsranını görmeye ömrün yetmez.

    Her darbene tehammül edecektir bedenim,

    Gururum mani olur perişanıma benim.

    Yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne?

    Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.

    Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka,

    Sana gül bahçesini kim açar benden başka!

    Hercai arılara meyhanedir çiçekler,

    Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!

    Madem aşk tablosunun takdirinden acizsin,

    Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.

    Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,

    Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!

    Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan!

    Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!

    Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm,

    Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.

    Korkulu düşlerimi yorumdan kaçıyorum;

    Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum.

    Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,

    Günahıma girmeden, katilim olmadan git!

    comment-bottom
  3. ayhan Says:

    Korkulu düşlerimi yorumdan kaçıyorum;

    Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum.

    Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,

    Günahıma girmeden, katilim olmadan gi

    tek kelime ile muhteşem….

    her bi mısra ayrı bir hüzün…

    her bir mısra ayrı bir güzellikte…

    comment-bottom
  4. ayhan Says:

    Artık tek başıma yazmalıyım kendi hikayemi.
    Kendim koyup noktalarını, kendim silmeliyim virgüllerini.

    Tüm cümlelerimin öznelerinden silinmeli adın,
    Yüklemlerininse “miş” li geçmiş zamanında kalmalı yaşanan her şey.

    Ben çoktan geçtim “Biz” den..

    “Sen de artık git istersen..”

    Ben yokluğunu daha ağır zannederken, yıllardır, yollardır,
    Oysa ki varlığın daha ağırmış bana.

    Günlerdir sözcükler düğümleniyor boğazımda, tıkanıyor nefesim.

    Herkese, herşeye sustum ama,

    Bilsen öyle zor ki susmalar sana.

    Birşeyleri görüp te dokunamamak,

    Kimselere anlatamamak içinden geçenleri,

    Sıkışıp kalmak soyutlanmış bir zaman diliminde,

    Bunca kalabalığın arasında yalnız, yapayalnız hissetmek kendini..

    O kadar sessizce bitiyorum ki, sesimin yankısı kırıyor tüm bedenimi.

    “Şimdi sen de git istersen…”

    Hıçkırıklara boğulsun bu şehir ardından,

    Hırçınca sahile vursun dalgaları denizin,

    Tüm kaldırım taşları şahit olsun gidişine..

    Çığlıklar atsın omzuna yaslanıp, bir buruk hüzün, bir kaç damla gözyaşıyla dinlediğim bütün şarkılar..

    Kaybolsun gökyüzünün mavileri, hiç bitmesin soğuk, efkarlı gecem.

    Yıldızlar birer birer düşüp semadan, yitirsinler ferlerini.

    Ben çıkıp kendi hayatımın içinden, sessizce, sakince, hiç yokmuşum, hiç olmamışım gibi karşıdan izleyeyim sadece bütün olan biteni..

    Aldırma sitemlerime, gözyaşlarıma. Bakma ardına..

    “Sen de şimdi, git istersen”

    Güzeldi Kalpsiz, paylaşımına ve “kalbine” sağlık..

    comment-bottom
  5. jEt_ Says:

    BÜTÜN GÜNAHLARIN KÖKENİİ

    ”TANRIYA İNANMAK”TIR!

    bu yazının bu şekilde olmasını nasıl yorumlaya biliriz. ilk okunduğunda sizlere neyi anımsatıyor. yayınlanan yazıların birtaz daha seçilerek yayınlanması gerekmezmi

    comment-bottom

RSS feed for comments on this post. TrackBack URL

Yorum Yapın