Günah ve Sevap
Sana yarar sağlayacak ya da zarar verecek fiilindir!.
Pozitif enerji adını verdiğimiz bu dalgalar beynin «verici»
mahiyetteki düşünce ve fiillerinden oluşan bir enerji türüdür!..
Dindeki adı «sevap»tır!..
Pozitif enerjinin karşıtı olan «negatif enerji» adını verdiğimiz
dalgalar ise beynin «alıcı», «birimsel menfaate dönük»
davranışlarından oluşur. Dindeki adı «günah»tır!..
‘’Günah’’, Hakikatini bilmeyenin davranışlarının adıdır.
GÜNAH VE SEVAPLAR NASIL YAZILIYOR?!
Melekî kuvve ve kuvvetler sayısızdır...
Meselâ, insanın müvekkel melekleri, insana vazifeli olarak
verilmiş melekler… Esasen bu konuda, Hz. Rasûlullah aleyhisselâm
buyuruyor ki:
“Bir çocuk doğduğu andan itibaren, onunla ilgili, onunla beraber
olmak üzere bir Melek meydana getirilir. Bir de onunla beraber
olan bir Cin`i vardır. O melek onu, meleki güçlere çekmek
isterken, o cin de onu maddiyata, süfliyata çeker.”
Neticede o kişi ya melekiyeti kazanır, melekler âlemine
yükselebilecek düzeye gelir. Veyahut da Cin`e yani şeytana tâbi
olarak, kendini madde beden kabul edip, bu süflî madde
dünyasında kaybolur, boğulur gider.”
Bu iki meleğin dışında ayrıca, iki de “Kirâmen Kâtibeyn” denen,
sağ ve sol omuzda diye anlatılan bu iki meleğin vazifesi, dini
tabirle sevap ve günahları yazma olarak anlatılır.
Buradaki “sevap ve günahları yazmak” diye anlatılan olay, bizim
genelde anladığımız mânâda bir kalemle bir yazı mahalline yazmak
değil, elbette!..
Bildiğimiz gibi, insanın sağ yönünde, Çinlilerin 2000 sene önce
tespit etmiş olduğu, vücudun sağ yönünde, Akapunkturun esasını
getiren pozitif yük vardır. Sol yanında da negatif yük vardır.
Kişinin kendini madde ötesi yaşama hazırlamasını sağlayan fiil
ve düşünceleri, çevresine verici fiil ve düşünceleri, pozitif
yük ağırlıklı olarak, beyinde düşünülür ve bunlar dalgasal
yapıya çevrilerek ruhta kayda alınır!.
Ruha yüklenen bu pozitif yüklü dalgalar, kişinin ruhunun
dünyanın manyetik çekim alanından kurtulmasına ve cennetlere
açılmasına vesile olan güçtür!.
Buna mukabil, kişinin, alıcı, kendine toplayıcı, dünya ve
maddeye yönelici düşünce ve eylemlerinden oluşan fiilleri ve
düşünceleri, günah diye nitelendirilir; ve bu menfi, negatif
ağırlıklı dalgaların meydana getirdiği dalgasal üretim, ruha
negatif olarak yansır ve bu da kişinin madde dünyasına
bağlılığını, çekimini artırır.
Dolayısıyla, madde dünyasına ağırlıklı olarak bağlanan bu ruh,
neticede madde dünyasından kopamaz ve o nispette de dünya ile
birlikte güneşin dalgasal boyutuna girerek orada büyük azaplar
çeker.
İşte, kişideki pozitif ve negatif yükün kaynağı, din
terminolojisinde; kişinin günahları ve sevaplarını yazan “iki
omuzundaki iki melek” diye tarif edilmiştir...
“Sevap” denen sistem düşünceye, “günah” denen sistem ise
beyindeki fiile dönük devreyle çalışır...
GÜNAHLAR NEDEN BULÛĞ’DAN EVVEL YAZILMAZ?
Pozitif enerji dalgaları (sevab) kişinin ilk şuur hallerinden
itibaren üretilir. Bu sebebten 5-6 yaşından itibaren çocuğa
müsbet çalışmalar tavsiye edilir ve bu istikamete yönlendirilir.
Negatif enerji dalgalarını (günah) beyin «büluğa ermek» diye
tanımlanan cinsiyet hormonlarının salgılanmasından sonra
üretmeye başlar!
Zira bu dalgalar, beynin biokimyasının seks hormonlarıyla
etkilenmesinden sonra beyin tarafından üretilebilmektedir. Bunun
için de, “büluğdan evvel kişinin günahları yazılmaz” diye mecazi
bir şekilde anlatılır bu durum.
Kişi, bulûğa erme denen östrojen ve androjen hormonlarının üst
düzey faaliyete geçişiyle birlikte mesûliyet devresine girer.
Bu, şu demektir; Beyin bu hormonların kimyasal etkisiyle
birlikte yanlış zihinsel faaliyetlerini negatif yük olarak ruha
kaydetmeye başlar!.. Yâni günah olarak!.. Yâni, iki omuzundaki
iki melek tarafından!.. Ayrıca gene bu beyin faaliyetleri
pozitif ve negatif yük esasıyla ve her beynin kendine has
şifresiyle boşluğa yayınlanır.
BÜTÜN GÜNAHLARIN KÖKENİİ
”TANRIYA İNANMAK”TIR!
Günahların en büyüğü nedir?..
"İnneş şirke lezulmün azîm"!..
"Şirk azîm zulümdür";
diyor âyet...
Yani, "Allah"ı, tanrı mesabesine koymak!... Şirk budur!...
"Sizin için korktuğum gizli şirktir, artık açık şirk olmaz
ümmetimde" diyor...
Öyle ise Tanrıya tapmak "kebâir"in ta kendisidir!... Büyük
günahların en başında gelen ve hepsinin kökenidir!...
Bütün günahların kökeninde de "Şirk-i hafi" yani "tanrıya
inanmak" yatar!...
"Ey iman edenler.... Allah'a iman edin"; âyetindeki uyarı, Hz.
Muhammed ve Kur'âna imân, edip henüz Tanrı anlayışından
kurtulmamış olan SAHABEYE gelmişti.... Sahâbe, yani Allah
Rasûlü'nü gören(!)ler böyle olursa... Ya bizler?!....
BÜYÜK GÜNAHLAR
Savaştan kaçma olayının dahi bu şekildeki istiğfarla affedilmesi
olayına gelince…
Savaştan kaçma, Hazreti Rasûlullah aleyhisselâmın bildirdiği
üzere yedi büyük günâhtan birisidir.
Buyuruyor ki Rasûlullah:
-Helâk eden yedi şeyden sakının."
Soruluyor “nedir onlar” diye:
"Allah'a şirk koşmak;
Allah'ın haram kıldığı insanı öldürmek;
BÜYÜ ve sihir yapmak;
Faiz yemek;
Yetim malı yemek;
Savaştan kaçmak;
İffetli kadına zinâ iftirası atmak."
açıklaması yapılıyor Efendimizden.
EN BÜYÜK GÜNAH NEDİR?
Günah, “benlik”ten doğar!.
En büyük günah da “BENLİK”tir!.
İşte en basitiyle İslâm.
İslâm'ın temel esaslarını ve bu temel esasların hangi sırlara
dayandığını detaylı bir şekilde öğrenmek isteyenler "TEMEL
ESASLAR" kitabımızı okusunlar...
"Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; sevdiriniz, nefret
ettirmeyiniz"!.
Buyuran Efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
bildirdiği Kurân’ın bize en öz mânâda anlatmak istedikleri ve
bizden talep ettikleri.
Şâyet bunları anlayabildiysek.
Şimdi de önce "GÜNAH"ı anlayalım sonra da "İstiğfar"ın ne
olduğunu ve nasıl bir düşünceyle yapılması gerekliliğini.
"Dağlar gibi kuşatmış, benlik günâhı seni günahını bilmeden,
gufrânı arzularsın"
Ve işte bundan sonradır ki. Artık KUR'ÂN-I KERİM'e "EL
SÜREBİLİRİZ"; ve ZİKRE, DUAYA başlayabiliriz.
BİR GÜNAHIN BÜYÜKLÜĞÜ
KİŞİNİN ÂHİRETİNE VERDİĞİ ZARARLA ÖLÇÜLÜR!
Vicdanımızın bize, sen imanlısın demesi önemli mi?...
Yoksa, amelimiz mi imanımızın göstergesi?...
Mesela, sigara içen biri, sigaranın beynine ve dolayısıyla
âhiretine zarar vermekte ve kendine zulmetmekte olduğuna imanlı
mıdır?
İmandan AMAÇ, İMANIN GEREĞİ OLAN AMEL MİDİR?
İmanın gereği olan amel yoksa, iman mevcut olabilir mi?
Sigara için biri, ben sigaranın zararlarına iman ediyorum dese
dahi, böyle bir imanı var mıdır?o zarara iman etmiş biri
sigaraya devam edebilir mi?ediyorsa, o konuda imanı hala var
olabilir mi?...
Her konuda gerçekçi olalım ve ne karşımızdakini, ne de kendimizi
aldatmayalım!...İman ehlinden mümine bilerek zarar gelmez, diyor
Hz.Rasûl!.
Eğer çevremize veya kendimize bilerek zarar veriyorsak, bu
durumda ne kadar imanlı olabiliriz?
Anlayışı kıtlara kapı açıyorum:
Buhari 2144 nolu hadise göre zinada en hafif günahlardandır; iki
kişi arasında kalması ve beyne direkt zararı olmaması
yönünden!...
Ama sigara kişinin hem kendisine hem de çevresine bilerek
zulmetmesidir ki, bu zinadan çok daha büyük günahtır!...
Bir günahın büyüklüğü kişinin ahıretine verdigi zararla
ölçülür...
Kimsenin ne kendi beynine ne de baskasının beynine zarar verme
hakkı yoktur... Mesela sigaranın zararına iman diye bir konu
sözkonusu olamaz!... Çünkü artık o, iman boyutunu asmıs, ikan
noktasına ulasmıstır!... Çünkü bu zarar bilimsel olarak, madden
tespit edilmiştir!..
Öyleyse, ister sigara yollu, ister başka fiillerle kendisine
veya çevresine bilerek zarar veren kişinin imanından ne kadar
sözedilebilir?
Allah, bizi çevremize ve kendimize(kendisine) yararlı olalım
diye mi yarattı; yoksa kendimize ve çevremize zarar verelim diye
mi yarattı?
İman, bizi çevremize yararlı ameller konusunda yönlendirmiyorsa,
o iman ne kadardır bizde?
Sigaranın misâlini her konuya yayalım...
İman, bizi her konuda insanlara yararlı olmaya, onlara birşeyler
kazandırmaya yönlendirmek isterken, biz onlara yararlı olmak
yerine zararlı oluyorsak bu mümindir baskılı elbiseyle dolaşsak,
imanlı sayilir mıyız acaba?
HATADA YA DA YANLIŞTA ISRARIN BEDELİ,
PAHASI AĞIRDIR!
Yanlıştan dönmek, hatadan dönmek, akıllı insana özgü bir
fazilettir.
Gelişmemiş insanın “dediğim dedik” anlayışı vardır!.
Beyni yeterince gelişmemiş çocuk kalmış insan, yanlış karar
verdiğinde, o karardan dönmeyi; yanlış konuda söz verdiğinde
sözünden dönmeyi eksiklik kabul eder, “erkekliğine” yediremez,
kişiliğine-benliğine yakıştıramaz!.
Allah Rasûlü ise, yanlış yere yemin edildiğinde, o yeminden
dönülüp; kefâret olarak üç gün bir fakirin karnının
doyurulmasını ya da buna gücü yetmeyenin üç gün oruç tutmasını
tavsiye etmektedir!.
Yaşamda, her insan hata yapabilir o konuda yeterli bilgi tabanı
yoksa; ya da kendisine doğru bilgi verilmemişse; ya da
kandırılmışsa; ve yahut aklı yerine duygu veya dürtüleriyle bir
karar almış ya da söz vermişse!
Burada faziletli ve olgun davranış, verilen karar ya da sözden
dönüp; gerçeğin hakkı ya da gereği neyse onu uygulamaktır!.
“Ama söz vermiştim, bana yakışmaz” diyerek hatada ya da
yanlışta, ısrar, ancak gelişmemiş beyinlerin tavrıdır!.
Olgun insan, yanlış veya hata yapıp da ardında uyarıldığında,
duygusallığını bir yana atıp, bu hatasından dönebilen insandır!.
Kefâretini verir ve hatasından ya da yanlışından döner;
doğrunun, makûlün, ilmin gereğinin hakkını verir.
“Söz verdim” diyerek hatada ya da yanlışta ısrarın bedeli,
pahası çok ağırdır!… Bazen kaybedilen nîce yıllara, bazen de
insanın sağlığına, veya yaşamına, mâl olur!. Telâfisi de mümkün
olmaz!
GÜNAH VEYA SEVAPLAR,
KURÂN VE RASÛLULLAH AÇIKLAMALARIYLA BELİRLENMİŞTİR!
İslâm Dini’nin kökeni-kaynağı “Kurân”dır veya “Hadis” dediğimiz
Rasûlullah aleyhisselâmın açıklamalarıdır!.
Bu iki kökene dayanmayan herşey kabul edilmesi gerekli olmayan
şeylerdir ve DİN diye de konuşmaması gerekli şeylerdir!.
Biz maalesef çok yanlış bir eğitim şekli de uyguluyoruz.
Çoluğumuza çocuğumuza sıkıştığımız yerde hoşumuza gitmeyen bir
şeyde hemen “bunu yapma günahtır” diyoruz.. veya “şöyle yap
sevaptır” diyoruz..
Bir şeyin günah veya sevap olması için, Kurân’da o şeyin
insanlara yasaklanması veya yapılmasının tavsiye edilmesi
gerekir veya Hz.Rasûlullah aleyhisselâm tarafından bu yasağın
getirilmesi veya tavsiyenin getirilmesi gerekir!.
Eğer Kurân’a veya Hz.Rasûlullah’ın açıklamalarına dayanmıyorsa o
şey, biz onu kabul etmekle mükellief değiliz. Ve bu, Din adına
da öngörülmez hiçbir zaman!
Öyle bir şey için ”bu sevaptır.. bu günahtır” denmez!
Dendiği takdirde arkasında ”niye sevap, niye günah?” suali
sorulur ve buna dayalı olarak da mutlaka bir Rasûl, Nebi
açıklaması veya bir âyet gösterilmesi gerekir!.
Bugün anlatılan şeylerin pek çoğu hep halk arasında dolaşan
hurâfeler veya çeşitli hikayeler, yakıştırmalar..
Siz, bir fikir söylüyorsunuz..”Bu fikir Kurân’da hangi âyete
dayanıyor veya Hz.Rasûlallah’ın hangi açıklamasına dayanıyor?
dediğiniz zaman,
“ben öyle duydum” diyor..
“ Ben öyle duydum”la Din konuşulmaz veya nakledilmez!.
İDRAKIN KADAR YANLIŞLARDAN KORUNURSUN!
Önemli olan her an şuurlu bir şekilde ve belli bir noktaya,
hedefe doğru yürümektir. İdrâkın kadarıyla yanlışlardan
korunursun... Nasıl yakacağını idrak ettiğin ütüye dokunmazsan
sana pişmanlık verecek yanlıştan da kendini öylece korursun...
EDÂ EDİLEN HER NAMAZ
KENDİSİYLE ÖNCEKİLERİN ARASINDAKİ GÜNAHLARIN AFFINA
VESİLE OLUR!
Hacca gittiğimiz zaman. “Arafat” dan, anamızdan doğduğumuz günkü
kadar bütün günâhlarımızdan arınmış olarak sâf, temiz bir hâlde
geri dönüyoruz.
Peki?. Bu güzel şey de ancak, Allah’ın kendisine büyük imkân
tanıdığı bir kimse ise, bu şansa sahip oluyor.
Hacca gidecek mâli imkânları elvermeyen bir kişiyi düşünelim....
O kişi Allah’a imân ediyor. Rasûlullah’a imân ediyor. Ama, gayet
doğal olarak beşer olduğu için de çeşitli eksikleri, noksanları,
kusurları, yanlışları vs. var.
Bilerek veya bilmeyerek işlediği çeşitli kusur ve yanlışların
getirdiği günahlarla da bezenmiş bir halde...
O zaman, bu kişinin kurtulma şansı nedir? Kendini nasıl
kurtaracak?. Ne yapması gerekiyor?.
Böylesine imân sahibi olan kimselere Cenâb-ı Hak, bir yol
göstermiş ve kolaylık sunmuş. Bu kolaylığı bize Hz.Rasûlullah,Efendimiz
Hz. Muhammed Mustafa s.a.v. şöyle bildiriyor :
“Kılınan her vakit namazı, kendisinden önceki namazla arasında
işlenmiş olan bütün günâhları siler, temizler, arıtır.”. Ve
bunun misâlini de şu şekilde veriyor.
“Sizin evinizin önünden bir ırmak aksa ve siz bu ırmağa günde
beş defa girip çıksanız, üzerinizde hiçbir kir, pislik kalır mı?
Nasıl ki, günde beş defa yıkanan birinin üzerinde maddi bir kir,
pislik kalmazsa, aynı şekilde günde beş vakit namazını eda eden
kişinin de üzerinde günâh kiri kalmaz.”
Ama, burada bir incelik var. Bu anlatımda dikkat etmeniz gereken
bir püf nokta var:
Yine Hz. Rasûlullah buyuruyor ki:
“ Fâtiha’sız namaz olmaz! “
Namazı edâ etmiş olmanın ana şartı, her rekâtta Fâtiha sûresini
okumaktır. Nedir o Fâtiha sûresi bir kez okuyalım;
Bismillâhirrahmanirrahim elhamdulillâhi rabbil
âlemin.............. veleddââlliyn âmin.
“Eğer bu, namazda okunmazsa o namaz yerine gelmiş, edâ edilmiş
olmaz” diyor, Hz. Rasûlullah. Ve, yine buyuruyor ki:
“Namaz, mü’minin mi’râcıdır.”
Buradaki “namaz mü’minin mirâcıdır” ifadesini iki yönlü ele
almak lâzım.
Namazın mi’râc olması
Mi’râcın namaz olması
Namazın mi’râc olması ne demek?.. Mirâcın namaz olması ne
demek?..
Edâ edilen her namaz, kendisiyle öncekilerin arasındaki
günâhların affına vesile oluyor.
Günün her hangi bir vaktinde, ansızın ölebilirsin. Öldüğün anda
artık ana-baba, eş. çocuk, koltuk, iş, para, mal-mülk gibi
değerlerin hiç geçerliliği kalmayacak. Tek başına başka bir
âlemde ve ortamda olacaksın.
Bu ortama, dünyada yüklediğin tüm beşeri yükler ve günâhlarla
gitmek mi ;Yoksa, bütün bu beşeri yaşamdaki günahlarından
arınarak, temizlenerek gitmek mi evlâ?
Evvelâ buna bir karar vermek lâzım!.
Eğer, günâhlardan arınmış, temizlenmiş olarak gitmek istiyorsak,
bunun en kolay yolu günde beş vakit namazı, vakitlerinde edâ
etmektir.
Şöyle dediğinizi işitir gibi oluyorum;
“Eee canım, Allah ona para vermiş, imkân vermiş. Hacca gitti,
bütün günâhlarını sıfırladı geldi. Benim param olmadığı için
gidemedim!.”
Senin paran yoksa, imkânın yoksa Cenâb-ı Hak sana da beş vakit
namazı ihsan buyurdu. Günde beş vakit edâ ettiğin zaman her bir
namaz arasındaki günahlardan temizlenip, arınıp,
sıfırlanıyorsun!.
BÜTÜN GÜNAHLARIN BAĞIŞLANMASINA SEBEP OLAN ÂYET
“İYYÂKE NA’BUDÜ VE İYYÂKE NESTAİN”DİR!
Peki?.. Bu beş vakit namaz da neye bağlı?..
Fâtiha’nın okunmasına bağlı!.
“Fâtiha’sız namaz olmaz!..”
Fâtiha sûresinde ne var ki, Fâtiha’sız namaz olmuyor?.
Kur’ân ‘ın diğer sûrelerinde olmayıp da sadece Fâtiha sûresinde
olan ne?.
Fâtiha sûresinin en önemli en can alıcı âyeti;
“İyyake na’budü ve iyyake nestâiyn.” dir.
İnsanın bütün günâhlarının bağışlanmasına sebep olan âyet,
“iyyake na’budü ve iyyake nestaiyn” ayetidir. Niçin?..
Buna girmeyeceğim… Herkes kendi bünyesinde, kendi ilmine göre,
kendi mertebesine göre düşünsün araştırsın!..
Ama, buradaki sırrı size söylüyorum. Buradaki sır “iyyake
na’budü ve iyyake nestaiyn” dir. Onun için namazda Fâtiha’yı
okurken özellikle bu âyeti düşünerek okuyun!. Üstünde durarak
okuyun!.
Namaza durduğunuz zaman ezbere, düşünmeden, bir teyp gibi
değil!.
Namazı düşünerek, üstünde durarak okursanız farkını ve faydasını
mutlaka görürsünüz.
Bu masayı üstün körü, şöyle bir silmek var! Bir de bastırarak,
işine önem vererek silmek var. Ehemmiyet vererek silersen tozu,
masa daha iyi temizlenir.
“İyyake na’budu ve iyyake nestaiyn” âyetini de düşünerek,
anlayarak, hazmederek tekrar edersen, mermerin üzerindeki
kirleri böyle almışın gibi bütün günâhlarından arınır,
temizlenir, pâklanır ve o namaz sonrasında vefât edersen, o
namaza kadar olan bütün günâhlarından arınmış olarak âhirete
intikal edersin...
Böyle bir kısmeti -böyle bir şansı, imanı olan hiç kimse tepmez!
Öyleyse, bize verilen beş vakit namaz nimetini çok iyi bilelim.
Vaktin yok, mümkün değil, sünnetlerini kılamıyorsun. Kılamazsan
da hiç olmazsa fazladan geçtik ,farzları edâ etmeye çalış!. Ve,
Fâtiha’yı okurken de bilinçli, şuurlu olarak oku!. Özellikle
“iyyake na’budu ve iyyake nestâiyn” âyetini bilinçli, şuurlu bir
şekilde düşünüp tefekkür ederek tekrar et!.
Allah, bütün namazlarınızda bilinçli olarak Fâtiha’yı OKUmayı ve
özellikle bu âyetin üzerinde durmayı, anlamını açmayı bize
kolaylaştırsın!. Bu sırrı anlamayı bize nasip etsin!.
RASÛLULLAH'IN ŞEFAATİ,
BÜYÜK GÜNAH SAHİPLERİ İÇİNDİR!
(Soru: Rasûlullah Efendimiz, "Benim şefâatim ümmetimden büyük
günah sahipleri içindir." buyuruyorlar. Büyük günah
sahiplerinden kastedilen kimlerdir? Açabilir misiniz Üstadım.
Teşekkür ederiz.)
Bu açıklamasından benim anladığım, şefâatin ŞİRKİ HAFÎ ehline
olduğudur... Çünkü şirki hafî en büyük günahtır!... Mutlak
şirkin zaten bağışlanması yoktur... Şirki hafi ise bunun dışında
kalan günahların en büyüğü ve bütün günahların kökenidir!..
BÜYÜK GÜNAHLARDAN DAHİ
BAĞIŞLANMA SÖZKONUSUDUR!
Okunuşu:
Estağfirullahelleziy lâ ilâhe illâ Hû el Hayyul Kayyum ve etubu
ileyh.
nlamı:
Bağışlanma diliyorum. Allah’tan ki, tanrı yoktur Hay ve Kayyum
olan sadece O vardır. Tövbem O’nadır!.
Bilgi:
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
-Kim, Tanrı yoktur Hay ve Kayyum olan O vardır. Bağışlanmayı
Allah’tan dilerim, tövbem O’nadır. derse, savaştan kaçmış bile
olsa günâhları bağışlanır.’
Burada çok önemli olan husus ikidir. İstiğfarda "İSMİ A'ZÂM"
kullanılması ve bu tür istiğfarın büyük günâhları dahi
affettireceği.
Görülüyor ki, büyük günâhlardan bağışlanma dahi söz konusudur.
Ve bağışlanmak için; hıristiyanların günâh çıkartmak için
papazlara muhtaç oluşu gibi bir muhtaciyet gerekmeden; sadece
Allah’ın Azamet ve Kibriya’sına yönelip, kusurunu, suçunu itiraf
ile O'ndan bağışlanma niyaz etmek yeterli olmaktadır.
Öyle ise, ne kadar büyük suç işlemiş olursak olalım, asla
umutsuz olmayalım; ve Allah'a yönelip tövbe etmeyi
ertelemeyelim!.
HAVASIN GÜNAHI
Geniş anlamı ile günah, nefse dönük, nefsin menfaatine dönük
davranıştır. Bu elbette havâsa dönük mânâdır.
NEFS’TEN GÜNAHI ÇIKARTMAK
“Yâ Gavs. Tövbeyi istersen, önce nefsinden günahı çıkarmalısın.
Sonra kalbinden hâtırasını çıkarmalısın!.. İşte o zaman bana
vâsıl olursun!. Aksi halde müstehzîlerden olursun!...
Avâm’ın “nefsinden günahı çıkartması”, günah olan fiilleri
terketmesidir.
Havâs’ın “nefs”inden günahı çıkarması, benliğine dönük fiilleri
terketmesidir.
Has-ül havâs’ın günah’ı çıkartması ise, “nefs”inin varolmayıp,
sadece mutlak “NEFS”in varoluşunu seyr hâli içinde “günahın
çıkmış” olmasıdır..Elbette ki mutlak NEFS için “günah” kavramı
geçerli olmaz!.
Geniş anlamı ile ‘’günah’’, nefse dönük, nefsin menfaatine dönük
davranıştır. Bu, elbette havâsa dönük mânâdır.
Bu anlayış ile ‘’nefsten günahın çıkartılması’’ ise Hakk’tan
ayrı bir varlık görülmek sûretiyle onda günah kavramının
görülmesinin kaldırılması demektir.
Ama bunun aksine, bir kişinin vehmî kişiliği kapı gibi ortada
dururken, günah-sevap yoktur deyip, nefsine bedenine dönük
herşeyi yapması onun katranlı beton perdenin ardına atar, tabiat
cehennemine sokar ki, bunun getireceği sonuçları, mahrûmîyetleri
ve azâbları târif mümkün olmaz!.
Hem kendini gör, hem karşındakini bir kişi veya birim olarak
gör, ondan sonra da günah yoktur de!...Bu basiretsizliğin
zirvesidir!.
Kendini Hilmi zannettiğin, vehmettiğin, hissettiğin sürece;
karşındakini Hulûsi olarak gördüğün sürece, asla “günah yoktur”
diyemezsin ve perdeli yaşamın son bulmaz...Perdenin kalkmasını
ve ebediyyen perdesiz yaşamayı istiyorsan, dünyada yaşarken
kendini kaldırmak sûretiyle “HAKÎKİ SECDE”yi yapmak ve
suçlanacak kişiler görmeyi terketmek mecbûriyetindesin!.
Aksi takdirde perdeli yaşamak ve ölümötesi yaşamda da perdeli
kalmaktan kimse kurtaramaz seni!.
GÜNAHIN HATIRASI NE ZAMAN KALKAR?
En büyük günah da “BENLİK”tir!.
BENLİK ortadan kalktı mı, günah da kalkar!.
Allah dilediğini yapar, hikmettir!.
“Sen” bir olumsuz fiil işlediğin zaman günah olur!.
Fâili izâfî varolduğu sürece günah bitmez. Fiil, hakiki fâile
bağlanıp, izâfî fâil ortadan kalktı mı günah da son bulur!.
İşte böylece “günahın hâtırası”da ortadan kalkmış olur!.
Çünkü hâtıranın kalkması, hâtıranın yer aldığı varlığın kalkması
ile mümkündür..: Ne zaman ki hâtıranın çıktığı varlık ortadan
kalkar, işte o zaman hâtıra da kaybolup gider.
Kendini var kabul ettiğin sürece, günah fiîlî varolmasa dahi
hâtıraları “benliğini” meşgul edecektir!. Bu meşguliyet ise
“günah hâtırası”dır ki, benliğinin yaşamıyla bağlantılıdır.
Ne zamandır ki, “benliğinin” varolmadığını, hakikatını yaşarsın,
işte o zaman, nefsinden günah da , hâtırası da çıkmış olur.
GEÇMİŞ VE GELECEK GÜNAHLARIN AFFOLMASI
“SANA AÇIK-SEÇİK FETİH İHSÂN ETTİK: ALLAH GEÇMİŞ VE GELECEK TÜM
GÜNAHLARINI BAĞIŞLADI.”
Âyetlerinde işaret edilen mânâ da anladığımız kadarıyla bu
hususa işaret eder.
“Fetih” tasavvuftaki anlamıyla, kişinin benliğinin ve benliğinin
oluşturduğu perdelerin ortadan kalkması ve Hakkânî sıfatlarla
tahakkuk etmesi hâlidir ki, bir devirde ancak çok çok ender
kişilerde oluşur!. Bunlar, “Hakkın gözüyle görür, işitir,
söyler, tutar, yürürler!.”
“Fetih” gelmiş kişiler, “benliklerinden” kurtulmuş oldukları
için, geçmiş ve gelecek günahlarından da bağışlanmışlardır.
Çünkü, onlardan günah ve hâtırası çıkmıştır... Çünkü benlikleri
ortadan kalkmıştır!.Beden ve bedensel değerler onlar için hiçbir
anlam taşımadığı gibi, ruhsal değerler dahi onlardan
düşmüştür!.Onlar mukarreblerdir, ferdiyet sahipleridir.
Kişilik isimlerinin ardında, seyreden-seyredilen ve seyr hep
aynı TEK olmuştur!.
Eğer bu bahsedilen hâl oluşmadan, kendini Hak görerek,
başkalarına Hak’lık atfederek, günahı-sevabı inkâr edersen,
ancak müstehzîlerden olursun...Yâni hakikatle alay edenler
durumuna düşersin...Alay konusu olursun.
Ahmed Hulûsi
|