CİHAD
İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü
çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak
ve soğuk savaşa girmektir. Daha açık bir ifade ile Allah (c.c.)
tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî
kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir.
İnsanın maddî-manevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya
koyarak Hakk'ın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması "cihad"dır.
"İman edenler Allah yolunda cihad ederler. Küfredenler de tağut
yolunda savaşırlar." (Nisa Suresi, 76)
"Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe
inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan
ve hak dini (İslam) din edinmeyen kimselerle, küçülüp boyun
eğerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın." (Tevbe
Suresi, 29)
Bu ayet-i kerimeler: İnsanları insanlara köle yapan sistemleri
yıkmayı açıkça emrediyor. Bütün insanlar Allah'ın kuludur. Hiç
kimse kendinden uydurduğu sistemlerle Allah'ın kullarına
hükmedemez. Bununla birlikte "Dinde zorlama yoktur" prensibi de
mühimdir. Kulların kulluğundan kurtulduktan sonra inanç için
zorlama yoktur.
Yukarıda açıkladığımız deliller İslam erlerinin benliğinde yer
etmişti. Onlara niçin cihad ediyorsun diye sorulduğunda
düşmanlara karşı vatanımızı korumak, İran ve Rumların bize karşı
düşmanca davranışlarını önlemek, sınırlarımızı genişletmek,
ganimet elde etmek için savaşıyoruz, diyene rastlanmamıştır.
Onlar Allah'ın uluhiyetini yeryüzünde açıkça ilan etmek, O'nun
sistemini hayata hakim kılmaya, şeytanların sistemini yıkmaya,
insanları kula kulluktan kurtarmayı gaye edindiklerini
söylüyorlardı.
Onlar Rebia bin Amr, Huzeyfe bin Muhsin ve Muğire bin Şube'nin
İran orduları baş komutanı Rüstem'e söylediklerinin aynısını
ifade ediyorlardı. Rüstem bu İslam mücahitlerinin her birisini
Kadisiye savaşından üç gün önce: "Siz buralara niçin geldiniz?"
diye sorduğunda şu ölümsüz cevabı almıştı: "Allah bizi
yeryüzündeki insanları kullara kul olmaktan kurtarıp tek bir
olan Allah'a kul etmek için gönderdi. Allah insanlara en son
elçisini ve en son hak dinini gönderdi. Kim O'nun dinini kabul
ederse, ona dokunmadan tekrar yurdumuza döneriz. Kim karşı
çıkarsa onunla ya şehid olup cennete gidinceye kadar savaşırız,
ya da galip gelip gazi oluncaya kadar cihad ederiz."
Müslüman, savaş meydanına atıyla cihada çıkmadan önce kendi
içinde cihad yapar. Kendi nefsi istekleri, şehevi duyguları ve
kötü istekleriyle cihad eder.. Kendi menfaatleri ve kabilesinin
menfaatleri ile İslam dışı her şeyle cihada çıkar. Yalnız
Allah'a kulluk fikrini gerçekleştirmek, yeryüzünde Allah'ın
saltanatını gasb eden putları ve putçuları yıkmak ve Allah'ın
hakimiyetini sağlamak için cihada çıkar.
İslam'ın doğrudan doğruya fertlerin vicdanına hitap edebilmesi
için, maddi otorite, eski toplum düzeni gibi engelleri yıkmak
ister. Önce fertleri bu maddi zincirlerden kurtarır, sonra
inancı seçme hürriyeti verir. Oryantalistlerin hileli
tuzaklarına kapılıp Müslümanların bu günkü halini görüp de cihad
sistemini gerçek şeklinden çıkarıp onu kelime oyunlarıyla
savunma savaşı şeklinde göstermeye çalışmayalım.
İslam dini kendisine hücum edenlere karşı yalnızca savunma
savaşı yapmamıştır. Çünkü İslam'ın varlığı sırf "Allah'ın,
alemlerin Rabbi oluşu" ilahi emrini ilan edip yeryüzünde kulları
kullara kul olmaktan kurtarmak içindir. Bu varlık hiçbir insana
kayıtsız şartsız hak tanımayan, bağımsız ve örnek bir topluluğun
ortaya çıkışıyla kendini gösterir. Bu örnek topluma hakim olan
yalnız Allah ve Allah'ın kitabıdır. İslam'ın var oluşu bu gaye
için olunca tabii olarak yeryüzünde hakim olan kulların kullara
kulluğu prensibine dayalı cahiliyye toplumlarını yok etmesi,
onlarla mücadele etmesi, kendi varlığının bir gereğidir.
Yeryüzünde Allah'ın hükmüyle hükmeden bir topluluk oluştuğunda
kendisini savunacaktır. İşte savunma ile cihad arasındaki ilgi
bu durumda anlam kazanır.
İslam'ın varoluşu gereği insanları kullara kulluktan kurtarmak
için her zaman önde gitmesi gerekir. Bunun neticesinde İslam'ı
coğrafi sınırlar içerisine sıkıştıramayız. İslam basit ırkçılık
çerçevesine de sokulamaz. İslam insanları kötülük odaklarına ve
Allah'tan başkasına kulluğun pençesine terk edemez.
Eğer İslam'ı bir toplumun mezhebi, bir ırkın düzeni, bir kişinin
sistemi olarak kabul etmeyip Allah'ın yeryüzüne indirdiği hayat
prensibi olarak kabul edersek, neden çok çabuk bir şekilde
yeryüzüne yayıldığını anlarız. Bundan başka da yayılış sebebi
aramak boşunadır. İslam'ın Allah'ın uluhiyeti, kulların Allah'a
kulluğu davası olduğunu unuttuğumuz zaman başka deliller aramaya
ihtiyaç duyarız ki İslam'da cihadın niçin ve neden yapıldığı
ortadayken hiçbir kişi başka deliller ortaya atmaya cesaret
edemez.
İslam'ı, Allah'ın yeryüzünde uluhiyetini ilan ettiren, bütün
varlıkları tek bir Allah'a kul edip kulları kullara kul olmaktan
kurtaran ilahi bir sistem; Allah'ın hakimiyetini temsil eden bir
toplum kalıbına dökülmüş sistem olarak değerlendirirsek elbette
o zaman fertlerin vicdanına hitap edebilmek için siyasi,
toplumsal tüm otoritelerin yıkılmasının gerekli olduğunu kabul
etmek zorundayız. İslam'ı bu şekilde anlamakla, sınırlı bir
toprak parçasına özgü bir sistem olarak değerlendirdiğimiz zaman
tabii olarak onun cihadını kendi toprağına yapılan hücuma karşı
savunma harbi şeklinde kabul etmek zorundayız.
İslam bir kavmin, bir mezhebin veya bir bölgenin sistemi olmayıp
evrensel ve ilahi bir sistemdir. Bundan dolayı herkesten çok
aksiyoner olacaktır. Ve insanların inanç seçme hürriyetini
engelleyen tüm otoriteleri devirecektir.
İslam insanları hürriyetine kavuşturup alemlerin Rabbi olan
Allah'ın uluhiyetini ilan edip kulları kullara kul olmaktan
kurtarmak için harekete geçmek zorundadır. Tek bir olan Allah'a
kulluk ise İslam'a göre ancak İslam düzeninin gölgesinde
oluşabilir. Yalnız İslam düzeninde kanunlar Allah tarafından
konulur. Yalnız İslam nizamında, kulların hakimine de, mahkumuna
da, siyahına da, beyazına da, zenginine de fakirine de,
haklısına da haksızına da Allah'ın hükmü uygulanır. O'nun
kanunlarının huzurunda herkes eşittir. İslam'ın dışındaki
sistemlerde hayata hakim olan kulların kanunlarıdır. Kanun
koymak ise uluhiyetin bir özelliğidir. Her kim kafasından
çıkardığı sistemleri kulların hayatına tatbik etmek isterse
uluhiyet etmek istiyor demektir. İster bunu açıktan açığa
söylesin ister söylemesin fark etmez. Her kim insanlara böyle
sistem koyma hakkını tanırsa onların uluhiyetini kabul ediyor
demektir. İster onlara ilah adını versinler, isterse
vermesinler!..
İslam soyut inanç ve imandan ibaret değildir ki inançlarını
yalnız açıklama yoluyla kabul ettirsin... İslam, bütün insanlığı
özgürlüğe kavuşturan aksiyoner bir sistemdir. Diğer topluluklar
ise sistemleri altında Müslümanları idare edebilecek kapasitede
değildirler. Onun için İslam bu evrensel özgürlüğe engel olan
diğer sistemleri yıkmak zorundadır. İşte "Dinin Allah için
olması" budur. Onda diğer sistemlerde olduğu gibi kullara kul
olmak yoktur.
Batı kültürünün baskısı altında ezilenler, oryantalistlerin
oyununa gelenler İslam'ı bu şekilde anlamak istemezler. Çünkü
müsteşrikler İslam'da cihadı: "Dine sokmak için fertlere zorla
baskı yapmak" diye anlatırlar.
O soysuz müsteşrikler aslında bunun anlattıkları şekilde
olmadığını da çok iyi bilirler. Ancak, bu yollarla İslam'ı ve
İslam'da cihadın anlamını yitirmeye çalışırlar. Bizim beyinsiz
papağanlar ise hemen bu suçlamayı kaldırmak için cihadı savunma
harbi şeklinde göstermeye başlıyorlar. İslam'ın doğal ve asli
görevlerini unutuyorlar. İslam'ın ilk hedefinin insanlığın
özgürlüğü olduğunu görmek istemiyorlar. Bu bizim papağanların
İslam anlayışını batılı müsteşrikler bozmuşlardır. Güya din bir
vicdan meselesiymiş, İslam yalnız vicdanlara hitap edermiş,
pratik hayatla ilgili değilmiş, bundan dolayı İslam için olan
cihad, inançları zorla vicdanlara yerleştirmek için yapılırmış.
Halbuki İslam hiçte böyle değildir. İslam Allah'ın hayata hakim
olan sistemidir. Pratik hayatın bütün ihtiyaçlarını karşılar.
İslam'da cihad: İslam sistemini getirme, İslam sistemini hayata
hakim kılma fiilidir. İnanç meselesi ise bütün siyasi etkiler
ortadan kalktıktan sonra evrensel İslam sisteminin gölgesinde
ferdi vicdanen ikna etmeye bağlıdır. Fert ikna olursa boyun eğip
eğmemekte hürdür. (Seyyid Kutub, Fizilal'lil Kur'ân)
|