Oruç Nedir?
Biz ibâdetleri, dünyevî faydalarından dolayı değil; Allah
emrettiği için yaparız. Fakat şu da muhakkak ki Allah, her zaman
yararımıza olan şeyleri yapmamızı emreder, zararımıza olan
şeyleri yasaklar. Oruçta gerek ruhumuz, gerek bedenimiz için pek
çok fayda vardır. Oruç, nefsin şehvetlerini kırar, önüne
geçilmez ihtiraslarını, azgınlıklarını dizginler. Oruç tutmadığı
zaman insan, canının çektiğini yemek ister, ama oruçlu bunu
yapamaz. Harama bakmaya meyleden nefsi, oruç bundan men eder,
zinânın ve diğer haram hususların sebeplerinden uzaklaştırır;
nefsin bayağı iştahlarını kırar. Bundan dolayı Peygamberimiz,
orucun kötülüklere karşı bir kalkan olduğunu söylemiş[8] ve
demiştir ki:
"İçinizden kimin evlenmeğe gücü yeterse evlensin. Çünkü
evlenmek, gözü haramdan korur. Buna gücü yetmeyen oruç tutsun.
Çünkü oruç, onun şehvetini kırar."[9]
Oruç vücuda sağlık getirir. Bir yıl tıka basa yemeden dolayı
mide yorulur. İşte oruç, midenin uzun süre dinlenmesine vesile
olur. Ancak iftar vakti ölçüyü kaçırıp mideyi şişirmemek ve
terâvihi de mutlaka kılmak lâzımdır. Terâvih, ibâdet yönünden
orucun tamamlayıcısı olduğu gibi; dolan midenin, yemekleri
kolayca sindirmesine de yardımcı olur. Bilindiği gibi, şişmanlık
(obezite), insan sağlığına çok zararlıdır. İşte iftarları ve
sahurları ölçülü yemek şartıyla insan, oruç tutarak vücutta
birikmiş zararlı kiloları, yükleri atmış olur.
Oruç, insanın duygu ve düşüncelerini inceltir. İnsanı şefkatli,
merhametli yapar. Oruç tutan insan, açlığın ne demek olduğunu,
sürekli olarak açlık ve sefâlet içinde kıvrananların ıstırabını
anlar; onlara elinden geldiğince yardım etmeğe çalışır. Oruç,
insanı sabra, dayanıklı olmaya alıştırır. Bugün isteğiyle oruç
tutan kimse, bir gün savaş, deprem veya başka felâketler gibi
zor şartlar karşısında yiyecek bulamadığı zaman, daha önce
kendisini aç kalmaya alıştırdığı için dayanır. Ama hiç oruç
tutmayan insanlar, birkaç saat aç kalınca açlıktan öleceklerini
zanneder, daha işin başında rûhen çökerler. Oruç ayı, bolluk ve
bereket ayıdır. En fakir âilenin dahi evinde bakarsınız Ramazan
ayında bir bolluk-bereket vardır. Allah oruç tutan o insanlara
ummadıkları yerden rızıklar gönderir. Bunu her müslüman âilesi
bilir.
Oruç, mânevî duygulara güç verir. Ruh, şu ten kafesine bürününce
maddenin etkisi altında kalarak hayvansal duygulara esir olur.
Biz kendimizi açlığa alıştırırsak, maddî arzularımız zayıflar,
rûhânî hislerimiz kuvvetlenir, gönül gözümüz açılır. O yüzden
bütün peygamberler riyâzet yapmışlar, oruç tutarak
yücelmişlerdir. Peygamber Efendimiz, henüz kendisine
peygamberlik gelmezden önce Hira mağarasına çekilir, yemekten
kesilir, riyâzet yapar, derin tefekküre dalardı. Rasûlullah
(s.a.s.) orucu severlerdi. Medine'ye gelmezden önce, yani daha
oruç farz kılınmamışken, her ay üç gün ve bir de Âşûra günü
nâfile olarak oruç tutmayı tavsiye ederlerdi. Nihayet Medine'ye
hicret etmelerinden bir buçuk yıl sonra Şa'ban ayının onunda
Ramazan orucu farz kılınmıştır. Riya karışmadığından dolayı
Allah indinde en makbul ibâdet oruçtur. Bir kudsî hadiste Cenâb-ı
Allah: "Oruç Benim içindir, onu Ben
mükâfatlandırırım"Buyurmuştur.[11]
Orucun Kişisel Faydaları, Ruh Üzerindeki Tesirleri:
Oruç, hayatın yalnız yeme-içme, egoist duygu ve şehevî arzuları
tatmin etme felsefesine dayanmadığını öğreten bir ibâdettir.
Oruç, köklü bir irâde terbiyesi verir, insanı her yönüyle
olgunlaştırır, kendi içinden gelen bazı olumsuz duygulara gem
vurmasını öğretir. İnsanı "aşağılık duygusu"ndan kurtarır,
kendine güven duygusunu arttırır.
Oruç, insanlara her türlü zorluklara tahammül etmeyi, yeme-içme
ve cinsî zevk gibi insanın en doğal ihtiyaçlarında bile
aşırılığı önlemeyi öğretir. Ahlâkî güzelliklerin ve başarıların
kaynağı sabırdır. Oruçla sabır arasındaki bu ilgiyi Yüce
Peygamberimiz şöyle dile getirir:
"Oruç sabrın yarısıdır."[12]
Oruç, sadece yeme-içmeyi ve cinsel ilişkiyi belirli bir zaman
terketmek değildir. Oruçlu insan, ağzını ve cinsel organını her
türlü ahlâksızlıktan, günah ve kötülükten de koruyacak, oruç
sâyesinde en olgun ahlâk sahibi olmaya çalışacaktır. Kötülükleri
ve günahların çoğu bu iki organ (ağız ve tenâsül organı)
vâsıtasıyla yapıldığından, bu organları oruçlu kimse sıkı bir
disipline tâbi tutacaktır. Çünkü oruçlunun yalan ve çirkin
sözler söylemesi, iftira ve dedikodu ile uğraşması, haramlara
bakması, şehvetini tahrik edici çeşitli işler yapması oruçsuz
müslümana göre daha ısrarla yasaklanmış, hakiki orucun ancak
böyle gerçekleşeceği belirtilmiştir.
Oruçta temel esas, insanın mide ve cinsiyet şehvetlerinden
alıkonmasıdır. Kim oruçlu iken nefsini bu iki şehvetten uzak
tutabilirse, diğer şehvetlerden rahatlıkla uzak durabilir. Kim
de oruç ve Ramazan'dan sonra,bu şehvetleri (Ramazan'da alıştığı
üzere) bir disipline ve düzene sokar, helâl sınırların dışına
çıkmazsa, o kimse cennet yolundadır. Bu hususu Peygamber
Efendimiz, bir hadis-i şerifde şöyle belirtmiştir:
"Kim bana iki dudağının arasıyla, iki bacağının arasındaki et
parçalarını garanti ederse (bu organları her türlü günah ve
çirkinliklerden korursa), ben de ona cenneti garanti ederim."
Oruç, gösteriş ve çıkar duygusu karışmaksızın, yalnız Allah için
yapılabilen bir ibâdettir. Çünkü, kişinin oruçlu olduğunu
hakikaten yeme-içme gibi gizli de yapılabilecek şeylerden
kaçtığını ancak Allah bilir. Bu özelliğinden dolayı oruç, ruha
kemal yollarını açan, sadece Allah için, O'nun rızâsını kazanma
niyetiyle yapılacak fedâkârlıkları sembolleştiren bir ibâdettir.
Dolayısıyla mü'minlere Allah için iş yapma, menfaat
beklemeksizin meşakkat ve mahrûmiyetlere katlanma gibi eğitim ve
alıştırmaları oruç yeterince yerine getirir.
İnsanlarda nefis ve akıl, hayvanlarda ise sadece nefis vardır.
İnsanlara menfaati, yeme-içme ve zevk almayı herşeyin üstünde
gösteren, kişisel çıkar için her çeşit kötülük, ahlâksızlık ve
haramları normal gösterip sahibine emreden duygunun adıdır
nefis. İnsanın melekten ayrılan en önemli yönü, insanda nefsin
bulunmasıdır. Hayvandan ayrılan en önemli yönü ise, aklını
kullanarak nefsine hâkim olması, onu sınırlamasıdır. İnsanlar,
nefislerinin her isteklerine uyarlarsa, yeryüzü menfaat
kavgalarından geçilmeyen, sömürü, zulüm ve karagaşa içindeki bir
arenaya döner. Nefsi sınırlamak, hem kişi, hem de toplum
menfaati açısından zarûrîdir. Bu nefsin arzu ve isteklerini,
şehvetlerini kırmak için en güzel yol, kişinin dış baskılarla
değil; insanda doğuştan mevcut din duygusuyla Rabbından
korkarak, O'nun emir ve yasaklarına boyun eğmektir. İnsan bu
mücâdelede, nefsine gâlip gelirse, egoist arzularına ve
şehvetlerine sınır koyarsa, melekleşir ve hatta derece
itibarıyla onlardan daha yükselir. Çünkü yiyip içmek ve cinsî
zevkler meleklerin şânından değildir. Kişi, bunları sınırlayarak
meleklerin Allah'a yakınlığı gibi O'na yakın olup
günahsızlaşabilir.
Kişi, nefsine ambargo koyamayıp ona esir olursa, aklını, kendi
benliğini nefsi yönetmeye kalkarsa, Rasûlullah (s.a.s.)'ın
ifadesiyle büyük savaştan mağlûp olarak çıkar, dünya imtihanını
kaybetmiş olur. Dünyada da hem kendi, hem başkaları zarar görür.
Nefis ve şehvetleri, insanın yapısına gâlip olursa, insan
canavarlaşır, Kur'an tâbiriyle hayvandan daha aşağı olur:
"Onlar için kalpler vardı, fakat onunla (yeterince) düşünmezler.
Onların kulakları vardır, onunla (hakkı) duymazlar. Onların
gözleri vardır, fakat bunlarla (hakkı) görmezler. Onlar
hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağı derecededirler. İşte asıl
gâfiller onlardır." (A'râf: 7/179)
Bedeni, akıl ve ruha tâbi kılmak, bedenin kuvvetini frenlemek ve
ruhun gücünü arttırmak gerekir. Bu hususta hiçbir şey açlık,
susuzluk ve hayvanî arzulardan vazgeçmek kadar, yani oruç kadar
tesirli değildir. İnsan tabiatı, bazen ruha ve akla uyma, bazen
de isyan halindedir. Bu itibarla bir kimsenin hayvanî
arzularına, nefse gem vurması için, şartlarına riâyet ederek
oruç gibi bir ibâdeti yerine getirmeye de ihtiyacı
vardır.Yememek-içmemek, meleklerin özelliğinden olduğu için, bu
rejimi (orucu) yerine getirmekle insan, gittikçe kendini
meleklere benzetir. Bunu da Allah'a itaat kasdıyla yaptığından
O'na yaklaşır ve O'nun rızâsını elde eder ki bu da bir
müslümanın ilk ve en son ve de en önemli gâyesidir.
İşte nefse hâkimiyeti ve onu sınırlamayı insana öğreten en güzel
okul Ramazan ve oruçtur. Müslüman da bu okulda her sene en az
bir ay hem eğitim, hem de öğretim yapmak zorundadır. Dinimizin,
olgun aklın ve müsbet ilmin yasakladıklarından korunup
sakındıran bir ibâdettir oruç. Meselâ, çok yemenin, sigara veya
içmenin zararlı olduğunu bildiği ve bırakmak istediği halde
irâdesine sahip olamayan insan, oruç sâyesinde uzun müddet
bunları yapamayacak, sonunda irâdesine ve nefsine hâkim olup, bu
güzel antrenmanla (Ramazan boyunca oruçla) bunları bırakmış
olacaktır.
İnsanın kötülüklere ve günahlara meyletme yönünü kırmada en
önemli etken olan orucun bu yönünü Kur'an şöyle anlatmaktadır:
"...Umulur ki oruç sâyesinde fenâlıklardan korunursunuz."
(Bakara: 2/183).
Kur'an'ın verdiği mâlûmattan da anlıyoruz ki, Hz. Âdem'den beri,
kendilerine peygamber gönderilen her topluluğa oruç farz
kılınmıştır. Hıristiyanlığı iyi bilenler de kabul ederler ki,
oruç hıristiyanlığın aslında da mevcuttur.
Karşı cinse meyilli olarak yaratılan, hayvanlarla ortak
yönlerinin en başında üreme şekli ve bunun için karşı cinsi arzu
etme özelliği gelen insanoğlu, bu duygusunu meşrû ölçülerle
sınırlamak zorundadır. Kendisini, ileride kuracağı mutlu bir
yuvanın annesi olarak hazırlaması, bunun yolunun kocasını
aldatmayı aklından bile geçirmemek olduğunu kabul etmesi gereken
bir genç kız, nâmusunu korumak, bir hazine gibi saklamak, diğer
erkeklerin de nâmusunu düşünerek, onların şehevî yönden tahrik
edecek her şeyden kaçınmak zorunda olursa, neler kaybeder, neler
kazanır? Yine bir erkek, kendi karısı ve kızının nâmusunu
düşünür, onların kötü yola düşmelerini nasıl arzu etmezse,
kendisi gibi başka bir erkeğin kadın ve kızlarının nâmusuna da
aynı anlayışla saygı göstermesi gerekmez mi? İslâm Dini,
kadın-erkek ilişkilerini her iki cinsin de değerini yükselterek,
nâmus, ahlâk, iffet, hayâ açısından değerlendirip âile hayatına
çok büyük önem vermiş, sarsılmasını istememiş ve zinâyı en büyük
suçlardan saymıştır. Zinâya giden her türlü yolu yasaklamış,
oruçla da insanı, kadın-erkek ilişkilerinde aşırılığı önleyecek,
cinsel duygularını bastırabilecek seviyeye yükselmiştir.[13]
Orucun Sağlık Açısından Faydaları:
Orucun bize kazandıracağı şeyler şüphesiz ne yalnız dünya ile,
ne de sadece âhiretle sınırlandırılabilir. “Oruç tutun, sıhhat
bulursunuz” nebevî tavsiyesine karşın, orucun maddî faydaları
müslümanlar için hep ikinci planda gelmiştir. Bunun sebebi,
Ramazan ayıyla birlikte herkesin gözlemleyebildiği mânevî iklim
ve ön plana çıkan sosyal ve kültürel silkiniş olsa gerek. [14]
Orucun Sağlık Yönüyle Faydaları:
Orucun kilo kontrolü, kan yağlarının düşürülmesi ve sindirim
sisteminin dinlenmesine yönelik yararları biliniyor. Diğer
yandan, bunlar tam açlık ve diyetle sağlanamıyor. Tam açlık ve
sıkı diyetlerin yan etkileri fazladır; zira yeterli enerji alımı
olmadığından negatif enerji dengesi söz konusudur. Oruçta ise
-iftar ve sahurda aşırı yememek kaydıyla- optimum bir enerji
dengesi vardır. Bu da faydalarının organizmaya zarar vermeden
elde edilmesini sağlıyor. Genellikle bir veya birkaç besin
ögesinden mahrum kalma prensibi üzerine oturan zayıflama amaçlı
diyetlerden farklı olarak oruç fıtrîdir, helâl yiyeceklerde bir
kısıtlama yoktur.
Normal, sağlıklı, hatta istisnâlar dışında rahatsız bir bünye
için orucun vücut üzerinde zararlı bir etkisinin olmadığı birçok
tıbbî araştırma ve incelemeler neticesinde açıklık kazanmış,
isbatlanmıştır. Oruç tutanların yaşayarak bildikleri, oruç
tutmayan insanların da çoğunun kabul etmek zorunda kaldığı gibi,
bazılarının zannettiklerinin tam aksine, orucun vücuda da birçok
faydası vardır.
Kur'ân-ı Kerim'in ilgili âyetlerinden ve hadis-i şeriflerden de
açıkça anlaşılır ki İslâm dini, insanların kaldıramayacağı ağır
yükleri onlara yüklemediği için[15], kadınların aylık
rahatsızlıklarında, hâmilelik ve doğum sonrasında anne ve çocuk
için orucun zarar verdiği zamanlarda, uzun yolculuk ve şiddetli
rahatsızlık/hastalık hallerinde oruç, başka bir münâsip zamanda
tutulmak üzere ertelenir. Bu, İslâm dininin gösterdiği kolaylık
ve sağlığa verdiği önemi gösterir.
Normal, sağlıklı ve bülûğ yaşını doldurmuş müslümanların tutmak
zorunda oldukları Ramazan orucunun insan vücudu üzerindeki
faydalarından bazılarını belirtmeye çalışalım:
Orucun vücudumuzun deveran, sinir ve sindirim sistemleri
üzerinde dinlendirici ve şifâ bahşedici tesirleri pek çoktur.
Bunun içindir ki Peygamberimiz (s.a.s.): "Oruç tutunuz ki,
sıhhat bulasınız" buyurarak Ramazan'da olduğu gibi, bu ayın
dışında da sık sık oruç tutmamız hususunda müslümanları teşvik
etmişlerdir.
Küçük bir bebeğin mamasını veya anasının memesini ilk ağzına
alışından tâ insanın ölümüne kadar iç organlar ve sindirim
organları devamlı çalışmaktadır. Sindirim organlarını
dinlendirmek, Allah'ın en güzel şekilde yarattığı, her şeyiyle
en mükemmel bir fabrikaya benzeyen vücudun iç yapısını revizyona
ve bakıma almak, elbette makinelerin sağlamca çalışması için
gereklidir. Onun için birçok hastaya perhiz tavsiye edilir veya
tedâvi için belli saatlerde yemekten alıkonulur. "Mide,
hastalıkların evi, perhiz ise tedâvinin başıdır" sözü tarihin
çok eski devirlerinden beri birçok doktor tarafından tekrar
edilmiş, tecrübe eden halk tarafından doğrulanmıştır.
Az yemenin çok yemekten daha iyi olduğu bir gerçektir. Vücut
için, yeterli enerji alındıktan sonra belli zamanlarda yemek
yemek; faydalı-faydasız şeylerle mideyi doldurmaktan daha iyi,
daha sıhhîdir. Aslında bu özellik, oruçlunun iftar sırasında da
az yemesiyle gerçekleşir. O zaman orucun faydası daha büyük
olur. Rasûlullah (s.a.s.)'ın sünneti ve tavsiyesi de budur.
İlim de kabul etmektedir ki, çok yemek zararlıdır. Romatizma,
kalp hastalıkları, kan dolaşımındaki bozukluklar, şeker vb.
hastalıklarda, bu hastalıkları başlatan veya artıran büyük
etkenlerin başında çok yemek gelir. Çok yemekte vücudun
lüzumundan fazla kilo alması vardır ki, bu sebeple kalbin etrafı
yağ tabakasıyla kaplandığı için, insan rahat nefes alıp veremez.
Kollestrin (kanda yağ birikmesi) denilen hastalığın başlıca
sebebi yine çok yemektir. Çok yemek neticesinde böbrekler
vaktinden önce yorulur ve bozulur, vazifesini yapamaz olur. Mide
doğal halini kaybeder, büyür, elastikiyetini muhâfaza edemez.
Dolayısıyla yenilenleri kolay kolay hazmedemez. Bu yüzden bütün
vücut da rahatsız hale gelir. Çok kere mide ülseri, mide veya
kalın bağırsakda çıban da meydana gelir. Bu saydıklarımız ve
daha birçok rahatsızlıklar hep çok yiyip içme neticesi meydana
gelen zararlardandır. Bu gibi hastalıkların oruç tutulmayan
yerlerde ve oruç tutmayan kimselerde daha çok bulunduğunu
hatırlatalım. Onun için her yıl, on iki aydan birinde vücudun
dinlendirilmesinde büyük faydaların olduğu inkâr edilemez.
Müslüman, oruçla irâdesini ve mide şehvetini gemleme gücünü
kuvvetlendirir. Sigara ve benzeri kötü alışkanlıkları varsa,
vücuduna zarar veren bu gibi şeylerden orucun yardımıyla
kurtulur. Vücut bakımından sağlam ve karakterli insanların
yetişmesinde orucun büyük faydaları vardır. Peygamberimiz ve asr-ı
saâdet devrinde insanların çok az hasta olduğunu, çok az
yedikleri halde maddî ve mânevî yönden çok kuvvetli insanların
mevcut olduğunu tarih haber vermektedir. Asırlardır
müslümanların (dinlerinin emirlerini yaşayan, oruç tutan ve az
yiyen dindar müslümanların) durumu da bunu isbatlamıştır. Tabii
bütün bunları görebilmek için gören göze, idrâk eden akla
ihtiyaç vardır. [16]
Fizyolojik ve Biyokimyasal Etkiler:
Kan şekerinde kısmî düşme (özellikle ilk günlerde) ve kan
yağlarında daha uzun vâdede düşme beklenir. Kolesterol ve büyük
(sistolik) tansiyon düşer. Aslında Ramazan orucu, hafif ve orta
derecede ve düzende olan, İnsüline bağımlı olmayan diabet,
şişmanlık, esansiyel hipertansiyon, gastrit gibi bazı
hastalıkların düzelmesi için ideal bir fırsattır.
1994’de yapılan uluslararası katılımlı “Sağlık ve Ramazan”
konulu kongrede geniş kapsamlı toplam 50 çalışmada bu tip
hastalıkları olanlarda orucun hastalık parametrelerinde düzelme
sağladığı, kötüleşme görülmediği bildirilmiştir. Diğer yandan
şiddetli hastalıkları olanlarda, tip 1 (İnsüline bağımlı)
diyabet, koroner arter hastalığı, böbrek taşı gibi hastalıklarda
oruç tutulmaması gerektiği kanaati ortaya konmuştur. [17]
Psikososyal Değişiklikler:
Suç oranlarının Ramazan ayında azaldığı saptanmıştır. Oruç
tutanlarda huzur ve sükûnet hali ön plana çıkar. Sinirli ve
taşkın hareketlerin azalmasında fizyolojik bir mekanizmanın da
payı olduğu düşünülmektedir: Kan şekerinin yükselmesine aşırı
cevap veren İnsülin karşıtı sistem’in oluşturduğu ‘reaktif
hipoglisemi’ diye bilinen, stresli bir tablo oruç tutan bir
insanda gelişmez. Oruçluyken tartışmak bile yasaklanmıştır; bu
da kişisel düşmanlık hisleri ve gerilimi minimum düzeyde tutar.
Bunalımı doğuran şey beklentidir. Tartışma beklentisi olmazsa
gerilim azalır. Cinsel beklentiler olmadığında başıboş şehvet
hisleri ortaya çıkmaz. Helâl olan gıdadan bile ümidini en
azından yarım gün kesebilen “insan”, harama dair düşüncelerden
ve beklentilerden uzaklaşmak için bulunmaz bir fırsata kavuşur.
İşte o nimet; oruçtur. Peygamberimiz: “Oruç, sabrın
yarısıdır”[18] buyurmuşlardır. İnsanı bunalımlara ya da yanlış
yollara sürükleyen de hep sabırsız olması değil mi? [19]
Orucun Sosyal Faydaları:
Fiilî bir fakirlik hali olan oruç, sosyal adâlet fikrini ve
orzusunu kafalara ve kalplere işleyen bir ibâdettir. Çünkü hem,
her arzu ettiğini yiyebilecek durumda olan zengin, hem de
yiyeceğini bile zor temin eden insan, oruçlu iken aynı bedenî
durumdadır. Zengin bir mü'mini bedenen ve rûhen fakirliğin
sınırları içine çeke oruç, böylece yardım edilecek insanların
sıkıntılarını pratik olarak insana yaşatır. Tedaviyi yapabilecek
olana hastalığı teşhis ettirir. Yardımlaşma duygularını
geliştirir.
Kiminin yiyip kiminin baktığı, zenginle fakir arasındaki
kıskançlık ve düşmanlığın büyük boyutlara ulaştığı, açlıktan
ölen insanların milyonları aştığı günümüz dünyasında, toplum
huzurunun ve iç barışın sağlanmasında, tokun aç insanın halinden
anlamasını kolaylaştırdığı için orucun sosyal faydası çok
büyüktür.
Bu sebeplerden dolayı oruç tutan müslümanlar, Ramazan ayında
daha çok cömert olurlar, evlerine misafir götürüp sofralarında
başkalarının ve özellikle fakirlerin bulunmasına gayret ederler.
Yine Ramazan ve orucun bu sosyal atmosferinden dolayı,
müslümanlar, kendi mallarından, fakirlerin hakkı kabul ettikleri
% 2,5 oranında bir tasarrufta bulunarak bu kesintiyi bu ayda
fakirlere dağıtırlar. Akraba veya tanıdıkları, hatta
tanımadıklarına bu ayda maddî yönden yardımları artar, sadaka
verirler.
Her devlet, halkı ileride ihtimal dâhilinde olabilecek olan
savaşa hazırlar, onun için hemen hemen her ülkede askerlik
sistemi vardır. Gençler arkere alınıp ileride çıkması muhtemel
bir savaşın her türlü eğitimine ve zor şartlarına dayanabilecek
duruma getirilmeye çalışılır. Savaş, her türlü zor şartlara
sabretmeyi, aç ve susuz kalmayı gerektirebilir. Oruç, tüm
insanları, ileride toplumların savaş, doğal âfet ve benzeri
sosyal çalkantılarda doğabilecek zor şartlara karşı hazırlar.
Bazı yiyecekler, bazı memleketlerde hiç değilse bazı zamanlarda
azalabilir, kısmen de olsa toplum veya önemli bir çoğunluk,
yokluklarla, hatta açlıkla karşı karşıya kalabilir. Oruç,
insanları, bazı nimetlerden mahrum kalmayı normal karşılamayı,
böyle bir durum olursa, çalkantı ve kargaşalık olmadan bunları
atlatmayı, böylesine sıkıntılara insanların hazır olmaları
gerektiğini öğretir.
Cinsel duygulara gem vurmayı öğretmesi yönünden, toplum ahlâkını
düzeltmek doğrultusunda orucun faydalarını hatırlamak yerinde
olur. İnsanoğlu, içgüdüsel olarak karşı cinse eğilim duyacaktır.
Fakat bunu, toplum kurallarını ve genel ahlâkı zedeleyecek
boyutlara vardırısa bir sürü problem ve kargaşa kendini
gösterecektir. Bugün dünya gençliği, :-):-):-):-) buhranını en
acı şekilde yaşıyor. Aile hayatları temelinden sarsılmış,
üremeler iyice azalmış, sağlıklı nesiller yerini yalnız hayvanî
duygulardan başka bir şey düşünmeyen gençliğe bırakmıştır. Kız
veya kadınlar, erkeklerin cinsel duygularına her yönüyle hitab
edip, onu kendine ve cinsel duygularına esir etmiş, erkekler de
kadınları kendi zevklerine yarayan bir makine, bir eğlence aracı
olarak görmüş, karı-kocanın yatakta yaptıklarını sokakta her
türlü kuralları çiğneyerek açıktan ve hiç utanmadan yapabilen,
bu konuda hayvanlaşan insanlar hep tarafı kaplamıştır. Bir-iki
nesil sonra, bu ahlâksızlığın sonunun nereye varacağı,
endişeleri aşan bir sorudur; cevabı da annelik-babalık
kavramının bile tarihe karışabileceği, her türlü ahlâksızlığın
sanat kabul edileceği, cadde ortasında karşı cinslerin, hatta
eşcinsellerin birbirleriyle zinâ yapabileceği, birçok toplumun
bu ahlâk buhranından dünyada bile çok büyük kapyıplar ve
sarsıntılar geçireceği de muhakkaktır.
İşte bütün bunları önlemenin en büyük yolu, cinsel duyguları
frenlemeyi, Allah'ın yasaklarına yaklaşmamayı öğreten oruçtur.
İnsan oruçlu iken (Allah'ın, oruçlunun dışındakilere helâl
kıldığı) hanımı ile beraber yatmasını bile terkedecek, hele hele
başkalarının kadın ve kızlarına şehvet nazarıyla bakmayacak,
kötü düşünce ve sözlerden bile sakınacak, şehvetini kontrol
altına alacak, zinâya ve ahlâksızlığa götüren her yoldan oruçlu
olmadığı zamanlara göre daha fazla kaçacak, hem kendini hem de
toplum ahlâkını en güzele götürecektir. Bunun için Yüce
Peygamberimiz, orucun ahlâk ve özellikle toplum ahlâkı açısından
bu faydasını şu mübârek tavsiyesiyle dile getirmiştir:
“Ey gençler topluluğu! Sizden kimin evlenme külfetine gücü
yeterse evlensin! Zira evlenme, gözü (haramdan) daha çok önler
ve iffeti de o nisbette korur. Evlenme masrafına gücü yetmeyen
kimse de oruca devam etsin. Çünkü oruç onun için bir
kalkandır.”[20]
Böylece oruçlu genç, hem kendi ahlâkını korumuş, hem de topluma
ahlâk yönüyle zararı olmamış olacaktır. Cinsel suç ve
sapıklıkların toplumları derinden etkilediği, insanların cinsel
duygularını, hem de paralar harcatarak sömüren binlerce mihrak
bulunduğu günümüz dünyasında insanların oruca ve orucun
yetiştirdiği talebelere ihtiyacının büyük olduğu her akıl sahibi
insan tarafından kabul edilmelidir.
Orucun alıştırdığı az yemede başka faydalar da vardır. Bunlardan
bir kısmına kısaca değinelim:
Az yemede kalbin/gönlün safâsı, inceliği, hassâsiyeti vardır.
Gönlün Hakk'a bağlılığı artar. Çok yemekle kalp katılığı oluşur,
kalbin nuru kaybolur. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.):
"Kalplerinizi çok yemekle öldürmeyin. Ekinleri çok suyun
öldürdüğü gibi, muhakka fazla yemekle de kalp ölür"
buyurmaktadır.
Az yemekle kalpte tatlı bir hüzün, güzel bir kırıklık olur.
Şımarıklık yok olur. Lüzumsuz ferah ve taşkınlığın başlangıcı
olan, aynı zamanda büyük mahrûmiyetlerin sebebi olan gurur ve
böbürlenme duygusu gider. Nefis açlıkla kırıldığı kadar hiçbir
şeyle kırılmaz.
İnsan, açlıkta, belâları unutmaz. Zararlara ve âfetlere dûçar
olanları hatırlar, sömürülen, zayıf düşürülen insanları ve
fakirleri, ezilmişleri aklından çıkarmaz.
Az yemek, insana tembellik, uyuşukluk ve *****lık veren fazla
uykuyu def eder. Çok yiyenin gafleti artar. Gafleti çok olan ise
zarara uğrar ve pişman olur. Bütün bunlardan dolayı
Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Âdemoğlu, midesinden daha
şerli/zararlı bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç
lokmacık ona yeter."[21]
İsa (a.s.)'nın da şöyle söylediği rivâyet edilir:
"Sizler karnınızı aç tutunuz, fazla yemeyiniz. Ola ki kalbinizle
Rabbinizi göresiniz."
Az yemekle ibâdete devam kolaylaşır; çok yiyen, ibâdetlere zor
eğilir. Az yemeyi alışkanlık yapan, az mala da kanaat eder. Sade
bir hayat sürer, sıkıntısı olmaz. Hem kendisi, hem içinde
yaşadığı sistem israftan, ekonomik ve itisadî zorluklardan,
lüzumsuz harcamalardan kurtulur. Borç-harç içinde huzursuzca
yaşama, yerini "azıcık aşım, ağrısız başım" anlayışına götürür.
Müslümanın kazancı, daha çok yiyebileceği rahat bir yaşama
biçimine müsâitse,bunu toplum için daha hayırlı yerlere sarfeder.
Az yemenin kanaati doğurduğu, kanaatin de tükenmez bir hazine
olduğu dinimizce beyan edilir. Peygamberimiz (s.a.s.) de:
"İktisatlı yaşayan (israf ve lüzumsuz harcamalar yapmayıp
tutumlu olan) fakir olmaz" buyurmuştur.
Çok yemek, ilim ve idrâki, zekâyı azaltır. Çok yiyen değil;
koşudan önce rejim yapan bir at koşuyu kazanır. İnsanın,
vücudundan ve ruhundan âzamî istifadesi için de az yemesi
şarttır.
Hindistan millî kahramanı Mahatma Gandhi, kendisi müslüman
olmadığı halde, aynen İslâm'da olduğu gibi sık sık oruç tutar,
önemli bir karar öncesi veya duâ edeceği mühim bir durum olunca,
orucu ihmal etmezdi. Orucun faydalarını, müslümanlar üzerinde
gördüğünü başkalarına anlatırdı.
Çok yemekte çok yorgunluk ve çok zahmet vardır. Çok yemeğe
yetecek kadar para kazanmakta, yemekleri hazırlamakta, hatta
yiyip sonra da hazmedeceğim diye uğraşmakta çeşitli zahmet ve
meşakkatler mevcuttur. Az yemekte ise bütün bu zahmetler de
azalacak, insanoğlu daha yüce işler için fazlaca vakit
ayırabilecek, vakitlerini ilimle, ibâdetle geçirebilecektir.
Mü'minler, Allah'a itaat ve ibâdet etmekten başka şeylere fazla
önem vermezler. Bütün bu sayılanlar, oruç tutmada esas gaye
değildir. Gâye, Allah'ın emirlerine sarılmaktır. Bütün bu
sayılanlar, yeterince bilinirse, ibâdetler daha bir şevkle
yapılmış olur. Bunlar mü'minlerin imanını arttıracak
hikmetlerdir. Kâfirlerin de akıllarını kullanıp İslâm dinini
seçmeleri, dünya ve âhiretlerini kurtarmaları için en güzel
fırsatlardır. İslâm'da her ibâdet, dünyada bazı faydalar
sağladığı için değil; Allah'a itaat ve ibâdet etmek ve O'nun
emir ve yasaklarına uymak için, Allah'ın rızâsını kazanmak için
yapılır. Böyle olunca, âhirette cennet müjdesi olduğu gibi,
dünyada da birçok faydalar beraberce müslümanı kuşatır. Sadece
oruçta değil, İslâm'ın her emir ve yasaklarına uymak, daha
dünyada bile birçok tesbit edilen ve edilemeyen, sayılan ve
sayılamayan faydalar sağlar. Bu dünyevî faydalar, âhiretteki
büyük ödülün avanslarıdır. Allah, her emir ve yasağını bizim
dünyadaki istifâdelerimiz için, aynı zamanda da bizi imtihan
edip, kazananları cennetine koymak için hükmetmiştir.
|