DEMOKRASİ
Demokrasi, bilindiği gibi batı kültürünün ürünü olan bir
sistemdir. Batı medeniyetinin en önemli özelliği, insanın
kendini ilahlaştırarak, Allah'a başkaldırması, nefse, hevâya ve
şeytana tâbi olmasıdır. Demokrasi anlayışında da bu özelliği
görürüz: Yüce Allah'ın nizamını kabul etmeyip, yönetimde
insanların hüküm koyması ve Allah'ın indirdiğini bırakıp kendi
hükümleriyle kendilerini yönetmek istemeleridir. Bunu
demokratların ifadeleriyle (daha doğrusu, hal dilleriyle)
söyleyecek olursak: "Sen kim oluyorsun ey Tanrı! Biz kendi
hayatımızı kendimiz düzenleyebiliriz. Hayatımızı düzenlemek için
yöntemler buluyor ve uyguluyoruz" demekteler; dilleriyle veya
tavırlarıyla. -Basite indirgeyecek olursak- demokratik söylemin
içeriği ve anlamı işte budur. "Hevâsını ilâh edinen kimseyi
gördün mü? Onun koruyucusu (bekçisi, vekili) sen mi olacaksın?"
(25/Furkan, 43) İster "hümanizm" adıyla, ister "demokrasi"
ideolojisiyle, Batının anlayışı, insanı Tanrı yerine koymaktır;
insanı, yani kendi hevâsını tanrılaştırmak. Batıda düşünce,
inanış, ideoloji ve sistemlerin hepsi hakkında bu yargı
geçerlidir; bu hüküm, ortak bir değerlendirmedir.
Batı uygarlığının karşısında İslâmî dâvet vardır. İslâmî mesaj,
Allah'a başkaldırı yerine ibâdeti öngörür. Fakat birilerine de
başkaldırmayı emreder. Bu da nefsi, hevâyı ve şeytanı kapsamına
alan "tâğut"a başkaldırmaktır. "De ki: Şüphesiz ki bu, benim
dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Diğer yollara uymayın.
Sonra o yollar sizleri O'nun yolundan ayırıp darmadağın eder.
İşte sakınasınız diye Allah size bunları emretti." (6/En'âm,
153) Âyet-i kerime, gerçekten müslümanın hayatını, herhangi bir
gedik bırakmaksızın tamamıyla Allah'a tahsis etmiştir. İşte
Allah'a teslimiyet bu demektir. Ölüm ile noktalanıncaya kadar,
hayatımızın tümünü, inanç ve kanaatlerimizden başlayarak tüm
eylemlerimizi Allah için, Allah'a teslimiyet sûretiyle ortaya
koyacağız. İslâm budur; böyle bir teslimiyettir.
Bütün siyasî sistemlerin, ideolojilerin olduğu gibi,
demokrasinin de can alıcı noktası; hâkimiyet/egemenlik
meselesidir. Yukarıda da belirtildiği gibi, hâkimiyet, daha
ilerisi düşünülemeyen, siyasal bir güç ve etkinliği ifade eder.
Yani siyasal güç ve etkinliğin, iktidar ve muktedir oluşun en
ileri derecesini ifade eder. Bu en üstün kabul edilen otorite,
kanunları yapar. Yöneticiler ona göre belirlenir. Yönetimin
nasıl olacağını ve bu esasların ayrıntılarını o belirler.
Hâkimiyet anlayışı itibarıyla İslâm bir tarafta, diğer bütün
sistemler bir taraftadır. İslâm, hâkimiyeti mutlak olarak sadece
Allah'ta kabul eder; Allah'ın hakkı olarak bilir. Bunun
dışındaki diğer bütün sistemler, hâkimiyeti kimde görüyorlarsa
ona göre isim alırlar.
Demokrasi, hâkimiyetin halkın elinde olmasının adıdır. Krallık,
hâkimiyetin kralın elinde olmasıdır. Teokrasi, hâkimiyetin Allah
adına konuştuğunu iddia eden din adamı sınıfının ya da kendini
ilâh yerine koyanların elinde olmasıdır. Buna benzer diğer bütün
sistemler de böyledir. Yani siyasî sistemler, hâkimiyeti elinde
bulunduranlara göre tanımlanır ve ona göre isimlerini alırlar.
Yalnız İslâm, hâkimiyeti Allah'ta görür, hâkimiyeti Allah'ın bir
hakkı olarak kabul eder. Bunun dışındaki diğer bütün beşerî
sistemlerin (dinlerin) özelliği ise, hâkimiyeti Allah'ta
görmeyip insanda görmeleridir. Hâkimiyeti insanda görmek gibi
ortak bir paydaya sahip olduktan sonra, bu insanların "kim veya
kimler?" sorusuna verdikleri farklı cevaplara göre isim alsalar
da, müslümana göre bütün bunlar tâğutî ideoloji ve şeytanî
düzenlerdir.
Hâkimiyet noktasında demokraside yetki; halkın veya milletindir.
Yani, toplumun geneli, egemenliğe sahip kabul edilir. Hangi
inanca sahip olurlarsa olsunlar, fertler birbirlerine eşit
olduklarına göre de, her bir şahıs, o hâkimiyetin bir birimine,
bir parçasına sahiptir. Yani 70 milyonluk bir ülkede hâkimiyet,
70 milyon eşit parçaya bölünmüş demektir. Bunun Kur'ânî ifadesi
70 milyon ilâh kabul ediliyor, demektir. Herkes hâkimiyetin eşit
bir parçasına sahip olduğundan, zamanı gelince hâkimiyet
parçalarının sahipleri oylarını bir tarafta toplar ve ittifakın
mümkün olmadığı halde, çoğunluğu teşkil eden parçaların toplamı
doğrultusunda icraatlar yapılır, kararlar alınır. Bu noktada
hâkimiyetin kullanılması gündeme gelir. Demokrasi, çok tanrıcı
Grek kültürüne dayalı, ondan kaynaklanan bir sistemdir. Yani,
irticânın esasıdır. Şu irticâya karşı dayatılmak istenen
demokrasi, asıl irticânın kendisidir; asıl mürtecî de
demokratlar. Çünkü onlar, kökü, tarihi itibarıyla eski Yunan'a
kadar uzanan bir mürtecîlik yapıyorlar. Ondan da eski bir kökü
var; şeytana kadar uzanan bir başkaldırıya kadar devam edip
uzanıyor, kökleri oraya kadar varıyor, Allah'a başkaldırı ve
şeytana itaat olan bir siyasî sisteme tâbi oluyorlar demokrat
mürtecîler.
Demokrasi, halkın çoğunluğunun hâkimiyeti diye ifade edilse
bile, bu iddianın kandırmacadan ibâret olduğu uygulamalardan
anlaşılmaktadır. Demokrasilerde çoğunluğun ittifakı bile yoktur.
Demokrasi ile yönetilen bir rejimde yaşayan insanların çoğun-luğunun
sözü nerede ve nasıl geçerli oluyor? Parti aritmetikleri içinde,
% 25-30 oy alan her parti iktidar olur. Nerede çoğunluk? % 70-75
muhâlefette kaldı. Yani, demokraside demokrasi yoktur.
Demokrasiler, kendi mantıkları açısından bile sağlıklı bir
hâkimiyetin kullanılma yöntemini dahi icat etmekten âcizdirler.
Şimdiye kadar Batıda ve coğrafyamızda birçok seçim sistemi
uygulanmıştır. Ancak, bunların hiçbirisinin asgarî düzeydeki
çoğunluğun irâdesini iktidar olarak yansıtabilecek yeterlikte
olduğu ileri sürülememektedir.
Dolayısıyla demokrasi, uygulanması imkânsız bir tezdir, bir
ütopyadır. Şimdiye kadar batı felsefelerinde ortaya çıkmış olan
ütopyalardan bir ütopya. Fakat bu demokratik sihirbazlar, medya
ve diğer imkânlar (bilim adamları, eğitim kurumları ve
düşünürler) vâsıtasıyla, demokrasinin ütopya olma özelliğini
insanların gözlerinden saklıyorlar. İnsanların bunu görmelerine
mümkün mertebe imkân ve fırsat tanımamaya çalışıyorlar. Gerçeğin
görülmesine sebep olacak herhangi bir şey olduğu zaman, birtakım
oyalamalar icat edilerek insanlar onlarla meşgul edilir ve
gerçeğe nüfuz etmeleri böylelikle önlenmiş olur. Kanaatleri
samimi olarak kabul görmeyen azınlık ise demokraside her zaman
bir küskünler kitlesi meydana getirilir. Dolayısıyla yapılan
uygulamalara bu muhâlefettekiler hiçbir zaman katılmazlar.
Bu eleştirilerimiz, demokrasinin kendi mantığı ile demokrasiye
bir reddiyedir. Görülüyor ki demokrasi, hiçbir zaman için
demokrasiyi savunanların ileri sürdükleri gibi, insanlığın en
ideal sistemi, ya da en az yanlışı olan sistemi olamaz.
Churchil'e atfedilen bir söz vardır. "Demokrasi, dünyadaki en
güzel ikinci sistemdir." Sormuşlar; "demokrasiyi neden
ikinciliğe indirdin?" diye. "Birincisi yok ki!" diye cevap
vermiş. Gerçek öyle değil; demokrasi öyle ikinci, üçüncü
sıradaki bir düzen filân değil; bir curcunadan ibârettir.
Eflâtun'un tâbiriyle; "demokrasi, şarlatanlar düzenidir."
Demokrasinin babası sayılan Jan Jack Rousseau da benzer bir şey
diyor: Demokrasiyi uzun uzun anlattıktan sonra; "Emil" adlı
kitabında "doğrusunu söylemek lâzımsa" diyor, "insanlar kendi
kendilerine kanun yapamazlar. Bize kanunlar verecek ilâh lâzım."
İnsan hayatı çok yönlü ve çok boyutludur. Bütün bu yönleri ve
boyutları ile insan hayatını tamamıyla kuşatmış hiçbir beşerî
sistem yoktur. İnsan hayatını bütünüyle kuşatmak iddiasında olan
beşerî hiçbir ideoloji ve dünya görüşü de ortaya çıkmamıştır.
Sadece İslâm, insan hayatını bütün yönleriyle ve boyutlarıyla
kuşatmayı hedeflemiş ve gerçekten kuşatmış kâmil bir din
hüviyetine sahiptir. Sadece İslâm, inanç, davranış, sosyal ve
siyasal düzen, ahlâk, dünya görüşü ve âhiret anlayışı, düşünce
ve yaşama biçimi, insanın kendisiyle, çevresi ve Rabbiyle tüm
ilişkilerini tanzim eder. Tüm bu alanlarla ilgili kuşatıcı
hükümler koyar. Bütün beşerî ideolojiler, tüm ahlâk görüşleri,
sosyal ve siyasal insanî görüşler, hangisi olursa olsun,
İslâm'ın bakışına göre esas itibarıyla birer dindir. Fakat bu
dinlerin hiç birisi insanın hayatını bütün boyutlarıyla kuşatmak
iddiasında olmadığı için bazen müşterek birkaç beşerî ideoloji
veya beşerî din bir araya gelir ve insan hayatını kuşatmaya
çalışırlar. Beşerî sistemlerin herhangi birisini bir yerde kabul
ettiğiniz zaman, siz sadece o kadarıyla hayatınızın tamamını
tanzim edemezsiniz.
Hayatınızın diğer açıklarını, diğer yönlerini de uygun
göreceğiniz veya kabul ettiğiniz o sistemle uyuşabilecek
başkalarıyla doldurursunuz. Bütün beşerî sistemlerin en büyük
ortak paydası ise, laikliktir. Siyasî hayatınıza demokrasiyi
getirip hâkim kıldığınız takdirde, hukukunuz ne olacak?
Ahlâkınız, iktisadî ilişkileriniz ne olacak? İşte bu noktada,
demokrasi bütün bunları "hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir"
diyerek millet ve milletin yetkili gördüğü kimseler yoluyla
temsili sûretiyle, temsilî sisteme uygun olarak seçilen kimseler
aracılığıyla bu sorunları çözmeye çalışır. Temsil yetkisine
sahip bulunan kişi ve kurumlar, onların hukukunu belirler.
Hukukun bünyesi içerisinde iktisadî ilişkileri ortaya koyar.
Bunların sonucu olarak bir ahlâk anlayışı da oluşur. Toplumsal
hayatın gerekli diğer bütün kurumları bu yapı ile uyumlu olarak
ya da en azından çelişki arzetmeyecek şekilde ortaya çıkar.
Bütün sistemler ilk ortaya konuldukları zaman, hangi çerçeve
için konulmuş olurlarsa olsunlar, sadece orada kalmazlar; insan
hayatının tamamını kapsarlar; en azında pratikte bu böyledir.
Hiçbir beşerî sistem, kâmil olamaz ve insanlar, beşerî
sistemlerde deneme yanılma yoluyla mesafe alabilirler. O
bakımdan beşerî sistemler esas mâhiyetleri itibarıyla bir yaz
boz tahtasıdırlar. Meselâ bunu, içinde yaşadığımız beşerî
sistemin kanunlarında çok rahat bir şekilde görebiliriz.
Demokrasi Oyunu:
Demokrasi sâyesinde insan, ısırıldığı delikten bir değil; on kez
ısırılır. Tahterevallidir demokrasi; partilerin biri iner, biri
çıkar. Ama bu tahterevallinin üzerine binilip oturulan yerinde
gıcırdayan tahta kalas değil; inleyen halk vardır. Hangi
doktrin, rejim hâkimse, onun koyduğu kurallar işlemekte, hâkim
gücün çarkının işlemesi için halkın desteğine ihtiyaç
duyulduğundan, senaryosu önceden yazılmış oyunda, halka sadece
figüran roller verilmektedir. Halkın seçmek mecbûriyetinde
olduğu düzenin memurları, isteseler bile hâkim gücün/derin
devletin sistemini değiştirme hakkına sahip olmadıklarından,
halkı temsilen seçilenlere düşen iş, mevcut sistemin çarkının
başında durmaktan öteye gitmez. Bu olayda halka düşen ise,
düzenin bazı yerlerine idareciler tâyin ederek onların suçuna
ortak olmaktır.
Demokrasi bir yönetim biçimidir; yönetimleri belirleme biçimi
değil! Kendisi bir düzendir; başka düzenlere kapı değil! Davul
tutanları seçme işidir; tokmakları değil! Egemen güçler
tarafından kuralları belirlenmiş oyundur; oyun kurallarını
belirleme işi değil! Demokrasi, kitabına uydurma rejimidir;
Kitab'a uyma değil! Demokrasi ile disiplini esas alan rejimler
arasındaki fark, önemsizdir. Totaliter rejimlerde kral veya
general; "Ben böyle istiyorum!" der; Demokrasi ise, "sen böyle
istiyorsun!" der.
Din kurumlarının bağımsız olmadığı düzen nasıl demokrat
olabilir? Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi teklif
bile edilemez, halk kendi istediği sistemi seçemez, kurulu
düzenin uygulayıcıları olarak kendi önlerine çıkarılan isimler
arasında bir tercih yapmak, içinde kendine benzeyen bulamadığı
için dayatılan adaylardan ehven-i şerri tercih etmeye çalışırsa,
buna oyun denilmez mi? Halk idaresi diye, halkın inancına,
yaşayış ve ahlâkına saldıran düzenin adıdır bu ülkede demokrasi.
Başta Kemalizm ve onun ilkeleri olmak üzere, laiklik vb.
tabuların bulunduğu düzen, nasıl halkın yönetimi olabilir?
Demokrasilerde egemenlik kayıtsız şartsız paranındır,
medyanındır, derin devletindir; ama halkın değildir. Halk,
rüzgâr ne yönden esiyorsa onun gücüyle savrulan yaprak gibidir.
Ulusal ve uluslararası istihbârât örgütleri, kartel ve holding
patronları, siyonizm, ağalar, şeyhler, hizmet adı altında devlet
rüşvetleri, reklâm, aldatmaya dayalı propaganda, seçim kanunu
vb. adla seçim hile ve aldatmacaları, büyük partilerin devlet
yardımı vb. yollarla avantajları... bütün bunların halkı
yönlendirmediğini kim iddia edebilir? Öyleyse, gerçekten halk mı
yönetiyor halkı?
Demokrasi, monarşinin egemenliğine göz dikmiş, krallık veya
padişahlığın yanlışları üzerine antitez olmuştur. Gerçi
demokrasinin beşiği denilen yerlerde, Batıda kral ve kraliçeler
hâlâ en üst yöneticilerdir; bu tezat bile değerlendirilmez.
İngiltere, Belçika, Hollanda, Danimarka, Lüksemburg gibi
ülkelerin başında hâlâ kral veya kraliçeler vardır. Padişahlığa
alternatif olarak kabul edilen demokraside 550 tane padişah ve
arkalarında sayısını kimsenin bilmediği gizli padişahlar bulunan
bir anlayış mıdır halkın istediği yönetim? Câhiliyye dönemindeki
müşrikler de demokrattı. Mekke'de de demokrasi vardı: İsteyen
istediği putu serbestçe seçebiliyor, kimse karışmıyordu. Aynı
özgürlük çağdaş câhiliyyede de vardır: Zulümlerden zulüm
beğenebilir, tâğutlardan bir tâğut seçebilir insan, günümüzdeki
çağdaş demokrasilerde. Hakkını yemeyelim: Tavuklara kümeslerini,
bekçilerini ve kurtlarını seçme hakkı verir demokrasi. Hileli
yollarla da olsa, halka gardiyanlarını seçme hakkı verir.
Oysa İslâm'da halkın değil; Hakkın hükmü önemlidir. Halk Hakka
kul olmalı, O'nun hükmüne teslim olmalıdır. Çünkü,"insanların
çoğu bilmezler" (45/Câsiye, 26), "insanların çoğu şükretmezler"
(40/Ğâfir, 59), "insanların çoğu nankördür" (25/Furkan, 50) ve
"insanların çoğu mü'min değildir, iman etmezler" (40/Ğâfir, 59).
O yüzden halkın çoğunluğuna uymak, dalâlettir/sapıklıktır.
"Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın
yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz,
yalandan başka (söz de) söylemezler." (6/En'âm, 116) İnsanların
çoğunun bilmediğini, şükretmediğini, akıllarını kullanmadığını,
yoldan çıkmışlığını, günah ve haram peşinde koştuklarını,
insanların mallarını haksız yere yediklerini, çokluğu ve
çoğunluğu ile böbürlenip üstünlük tasladığını, bu yüzden
mallarının ve evlatlarının çokluğu ile övündüklerini, daha çok
ve daha zengin oldukları halde kendilerinden önce nice
toplulukları yok edildiğini, bütün bunlardan ders almayan
insanların yine pek çoğunun yoldan çıktığını Kur'an-ı Kerim,
sayılamayacak kadar çoklukta ve ısrarla anlatmaktadır.
Çoğunun akılsızlıklarından bahsedilen insanlar, Allah'ın
hükümlerine itibar etmeyen, Rabb olarak sadece Allah'ı
kabullenmek istemeyen kalabalıklardır. Sürüleştirilen,
sömürülen, köleleştirilen yığınlardır. Çalışan kafalar, akl-ı
selîm sahipleri, kendilerinin farkına varan kafalardır. Kendinin
farkına varanlar, Allah'ın farkına varırlar; Allah ile kendileri
arasındaki farkı farkederler. Hadlerini bilirler ve O'na ait
olan, olması gereken hâkimiyeti kendi zimmetlerine geçirerek
haksızlık edip ilâhlık taslamazlar. "Onların (İnsanların) çoğu
zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan/gerçekten
hiçbir şey ifade etmez." (10/Yûnus, 36) Haktan, hakikatten bir
şeyin ifadesi olmayan zanna uyanlar, ister çoğunluk, ister
azınlık olsun, gerçekten bir şeyin ifadesi olmayana uyduklarına
göre akletmiyorlar demek değil midir?
Kendi taraftarları ve ideologları bile, demokrasinin
görmezlikten gelinemeyecek zaaflarından haberdardır: "İyi
hükümetler arasında demokrasi en kötüsü, fakat kötülerin en
iyisidir." (Aristoteles)
Demokrasilerde mutlak doğru, çoğunluğun tespit ettiği (ya da
öyle farzedilen) görüştür. Doğru, parmak sayısına göre belli
olur. Halktır hakem, o ne demişse doğrudur. Serbest kılma veya
yasaklama (helâl ve haram kılma) yetkisi, halkındır,
seçilmişlerindir. Bunun uygulamada böyle olup olmadığı da, doğru
olup olmadığı da tartışılmaz.
Her yönüyle kendisine has bir muhtevâya sahip olan İslâm
Dininin, esas gayesini teşkil eden "dini yalnızca Allah'a has
kılma"yı gerçekleştirmek için, diğer bir ifade ile İslâm'ı hâkim
kılmak için kendine has bir yol ve yordamının olacağı da açıkça
bilinen hususlardandır. İslâm'ı hâkim kılmak için yapılacak her
bir doğru eylem, hatta zihinsel faâliyetler bile birer sâlih
ameldir. Yani bu maksatla yapılacak işlerimizin kabul
edilebilmesi için, bir ameli, sâlih kılan özellikler şunlardır:
1) Yapılacak amel ile birlikte sahih bir akîdenin bulunması,
2) Yapılacak amelin ihlâsla, yani yalnızca Allah'ın rızâsı
gözetile-rek yapılması,
3) Bu amelin, şeriatin o amel için belirlemiş olduğu şekilde
yapılması, yani Kitaba ve Sünnete uygun olması (ittibâ).
Dolayısıyla İslâm'ı hâkim kılmak için izlenecek yolun, İslâm'ın
kendi bünyesinden alınmış olması, yahut en azından İslâm'ın
açıkça yasaklamış olduğu gâye ve maksatlara götüren bir yol
olmaması gerekmektedir. Buna bağlı olarak, şunu rahatlıkla
söyleyebiliriz: Demokrasi, esas itibarıyla, hâkimiyeti Allah'ın
bir hakkı olarak kabul etmeyip bu hakkı kayıtsız şartsız olarak
halkta ya da millette gören bir rejimin adıdır. Demokratik
yöntemler de bu amacı gerçekleştirmek için ortaya konulmuş
yollardır. Müslüman bir kimse, İslâm'ı egemen kılmak için
çalışma ibâdetini îfa ederken, hiçbir yönüyle İslâm'la
bağdaşmayan bu yöntemleri, İslâm'ı egemen kılmanın vâsıtası
olarak kullanamaz.
Kaldı ki, her bir sistemin yöntemi de ancak kendi tabiatına
uygundur. Amaç ile yöntem arasındaki tabiat farlılıklarının
varlığının sağlıklı birtakım sonuçlara ulaştıramayacağı da hem
mantıkî bir gerçektir. Laiklik ise; en azından İslâm'ın devlet
ve toplum hayatına dair hükümlerini red ve iptale dâvet
ettiğinden, müslüman açısından kabul edilmesi imkânsız bir
siyasal yaklaşımdır.
Allah'ın indirdiği hükümleri ve öncelikle de Allah'ın
hâkimiyetini (hangi çerçevede olursa olsun) reddetmek de, İslâm
dışında bütün sistemlerin ortak yönünü teşkil eder. Dolayısıyla
hâkimiyeti bütün kapsam ve boyutlarıyla Allah'ın hakkı olarak
görmeyen bir sistem ve din de, müslüman tarafından reddedilmeye
mahkûmdur. Allah'ın hüküm ve hâkimiyetini kısmen ya da tamamen
reddeden sistemlerin, İslâm'a göre başka bir şekilde
değerlendirilmeleri mümkün olmadığı gibi; müslümanın da bunları
reddetmekten başka bir tavır takınacağını beklemek mümkün
değildir.
Müslümanlar Allah'ın Dini'ni gerçek mâhiyetiyle kavrayıp küllî
ve cüz'î hiçbir alanda İslâm'dan başka herhangi bir sisteme
ihtiyaç duymayıp yalnızca Rablerinin dini ile yetinerek, sadece
o dinin gösterdiği doğrultuda, gösterdiği hedefe doğru
ilerleyecek olurlarsa, hem kendi aralarındaki anlaşmazlıkları
ıslah edip birbirleriyle ilişkilerini düzeltecek, hem de
Rableriyle aralarını düzelterek O'nun rahmet ve inâyetine mazhar
olacaklardır: "Uğrumuzda cihad edenleri, elbette Biz Onları,
yollarımıza iletiriz. Muhakkak ki Allah, ihsân edenlerle
beraberdir." (29/Ankebût, 69)
|