HÜKÜM-HAKİMİYET
Her kavrama kendine has bir yorum getiren İslâm dini, hâkimiyet
konusunda da İslâmî olan ve olmayan ayrımını gözetir. Kurân-ı
Kerim, İslâmî ve câhilî olmak üzere iki tür hâkimiyet olduğunu
kaydeder:
"Yoksa onlar (İslâm öncesi) câhiliyye hükmünü (idaresini) mü
istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükmü, hükümranlığı
Allah'tan daha güzel kim vardır?" (5/Mâide, 50)
Başka âyet-i kerimelerde, Allah'ın hükümleri dışında kalan
hükümlerin "hevâ, tâğut, dalâlet, şer vb. hükümleri" diye
adlandırılmaları İslâmî olmayan hükümler arasında mâhiyet
farkından kaynaklanmamakta; aksine İslâmî olmayan hükümlerin
câhilî olmanın yanında, diğer olumsuz nitelikleri de kaçınılmaz
olarak taşıdıklarını ortaya koymaktadır. Bu âyette geçen "hüküm"
kelimesi, yalnızca siyasal anlam taşımakla kalmamakta, her türlü
"yargı"yı da kapsamaktadır. Böylece, İslâm'a göre yapılanmış ve
her türlü değer yargısı İslâm'a göre şekillenmiş olan toplumun
hükmü İslâmî; böyle olmayan toplumun hükmü ise câhilî hükümdür.
İslâmî anlamıyla hâkimiyetin dışında kalan her türlü hâkimiyet
ve İslâm'ın değer yargıları dışında kalan her çeşit
değerlendirmeye ad olan "câhilî hâkimiyet"in mâhiyeti hakkında
İbn Kesir, söz konusu âyet ile ilgili olarak şöyle der: "Cenâb-ı
Allah, (bu âyette) her türlü hayrı kapsayan ve her çeşit şerden
uzak tutan Allah'ın sapasağlam hükmünü bırakıp onun dışında
kalan ve şahıslar tarafından Allah'ın şeriatine dayanmaksızın
konulmuş görüş, hevâ ve ıstılahlara yönelen kimselerin bu
davranışını reddetmektedir. Nitekim câhiliyye dönemi insanları
da böyle yapıyor, kendi görüş ve hevâlarından ortaya attıkları
dalâlet ve cehâletlerle hüküm veriyorlardı. Moğolların da
yaptıkları bu idi. Onlar kendilerine yasak (yasa) koyan kralları
Cengiz Han'ın hükümlerine göre yönetiliyorlardı. Bu yasağ(y)ı
Cengiz, yahûdi ve hıristiyan şeriatlerinden, İslâm dininden ve
başka dinlerden yararlanarak meydana getirmişti. Orada sırf
kendi görüşü olan ve hevâsından kaynaklanan hükümler de vardı.
İşte onun bu yasağı (yasası), soyundan gelenler arasında uyulan
bir şeriat olmuştu. Onlar Allah'ın Kitabı ve Rasûlünün sünneti
ile hükmetmeyi bir kenara bırakıp "yasak" ile hükmediyorlardı.
Her kim böyle yaparsa o kâfirdir; Allah'ın ve Rasûlünün hükmüne
geri dönüş az ya da çok hiçbir konuda onların dışında hiçbir
şeyle hükmetmemek çizgisine gelinceye kadar onunla savaşmak
farzdır." ( İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l Azîm, II/
Görüldüğü gibi, burada İbn Kesîr, İslâmî ve câhilî hükmün
mâhiyetini açıklamış; kendi döneminde câhiliyye hâkimiyetine
örnek olmak üzere de Cengiz Han yasalarını göstermiş; Allah'ın
hükümlerini bırakıp câhilî hükümlere, hevâlara yönelenlere karşı
takınılacak tavrı da gayet açık bir şekilde belirlemiştir.
Bundan şunu anlıyoruz: Hâkimiyet konusu teorik olup pratik ve
hukukî birtakım sonuçları olmayan yorumdan ibaret değildir. Bu
konu, doğrudan doğruya Allah'ın hükümlerine iman ve bu hükümlere
aykırı hiçbir hükmü kabul etmemek şeklinde uygulama ile,
böylesini kabul etmeyenlere karşı hukukî birtakım uygulamaları
beraberinde getiren bir anlayıştır.
İslâm'a Göre Hâkimiyet:
İslâm'a göre hâkimiyet ve sınırlandırılamaz, egemenlik yalnızca
Allah'ındır. Bu konuda bütün gerçek müslümanlar arasında tam bir
fikir birliği vardır. Hüküm koymak Allah'a has bir yetkidir.
Başkalarının bu konuda herhangi bir ortaklığı yoktur. Hiçbir
kimsenin Allah ile birlikte hüküm koyması söz konusu değildir.
O, hükmüne hiçbir kimseyi asla ortak etmez. (18/Kehf, 26)
İslâm'da gerçeğin ölçüsü ve yegâne hak, Allah'ın Kitabı ve
Rasûlü'nün sünneti olduğundan, herkesin bu hükümleri kabul
etmesi gerekir. Kim kendiliğinden birtakım sözler ortaya koyar
ve kendi anlayışına göre bazı kurallar ortaya atarsa ve bunu
kendi anlayışı, hatta dini yorumlayışı sonucunda ileri sürerse,
bu söylenenler Rasûlün getirdiklerine arz olununcaya kadar
ümmetin ona uyması ve anlaşmazlıklarında onun hükmüne başvurması
gerekmez. Eğer Rasûlün getirdikleri ile çatışmaz ve uygun
düşerse, doğrulukları belgelenirse ancak o zaman kabul edilir;
fakat Rasûl'ün getirdiklerine aykırı olursa o zaman bunların
reddedilmesi gerekir. (İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu'l-Meâd,
1/38) Çünkü Yüce Rabbimiz mü'minlerin geçerli bir imana sahip
olmaları için aralarındaki anlaşmazlıklarda Rasûl'ün hükmüne
başvurmayı şart koşmakla kalmamış; içlerinde herhangi bir
sıkıntı duymaksızın ve tam bir teslimiyetle, verdiği hükme
teslim olmayı öngörmüş bulunuyor. (4/Nisâ, 65)
Kısacası, Allah ve Rasûlü herhangi bir konuda hüküm vermiş ise,
hiçbir mü'minin o konuda istediklerini tercih etme yetkisi
yoktur. (33/Ahzâb, 36) "Allah'ın, Rasûlü Muhammed'e
indirdiğinden başkası ile hüküm vermek helâl değildir; çünkü hak
yalnız odur. Onun dışında kalan bütün hükümler ise zulüm ve
haksızlıktır. Bu zulüm ve haksızlıkla hükmetmek helâl değildir.
Herhangi bir hâkim (yönetici, kadı, yargıç), bu helâl olmayan
hükümlerle hükmedecek olursa verdiği bu hüküm ebediyyen geçersiz
kılınır, onunla amel edilmez" diyen İbn Hazm (el-Muhallâ,
9/362), buna delil olarak da Kur'ân-ı Kerim'deki: "Ve onlar
arasında Allah'ın indirdiğiyle hükmet..." (5/Mâide, 49) âyetini
göstermiştir.
|