İBADET
Kelime anlamı itaat etmek, boyun eğmek, tapmak, kulluk etmek,
küçüklüğünü kabul etmek demektir. Şer'i anlamı ise, Allah'ın
sevdiği, emrettiği, kabul ettiği ve razı olduğu bütün gizli-açık
amel ve sözlerdir. Bunlardan bazıları; iman, islam, ihsan, dua,
korkmak, umut etmek, tevekkül etmek, ummak, gönülden saygı
duymak, yönelmek, yardım istemek, sığınmak, yardımına çağırmak,
kurban kesmek, adak adamak, ilah olarak yalnızca Allah'ı
tanımak, Allah'ın hükmüne teslimiyet göstermek, Allah için sevip
Allah için buğzetmek, namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak,
hacca gitmek, tavaf etmek, tevbe-istiğfar etmek vs. dir.
(Muhammed b. Abdulvehhab, Tevhid, s.f 80, Tevhid Yayınları)
İbadet niyete bağlı olarak yapılmasında sevap olan, Cenab-ı
Hakka yakınlık ifade eden ve özel bir şekilde yapılan taat ve
fiillerden ibarettir. Bu, bizi yoktan var eden, bize sayısız
nimetler bahşeden Yüce Allah'ı ta'zîm (ululamak, yüceltmek)
amacı güden bir kulluk görevidir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak
Dini Kur'ân Dili, İstanbul 1935, 1/95)
Bu duruma göre ibadet, Cenab-ı Allah'a karşı gösterilen saygı ve
hürmetin, en yüksek derecesini ifade eder. En geniş anlamda
ibadet, Allah'ın hoşnut ve razı olduğu bütün fiil ve
davranışları kapsamına alır. (Hamdi Döndüren, Şamil İslam
Ansiklopedisi: 3/53)
İbadet, kendini kul olarak kabul eden insanın Rabbine karşı
teslim oluşu ve Rabbine itaat edişidir. İbadet, Yüce Yaratıcı
karşısında kişinin benliğinin derinliğinden gelen bir saygı ile
boyun eğmesidir. İbadet, Allah'a karşı duyulan saygı ve azamet
duygularının en yücesidir. Kul bu duyguyu, Allah'ın emirlerine
uyarak, yasaklarından kaçınarak yerine getirir.
Allah'ın razı olduğu bütün ameller ibadet kapsamına girer. Bir
diğer deyişle salih (doğru ve güzel) kabul edilen bütün ameller
(fiiller)in yapılması ibadettir. Çünkü Allah, insanlardan güzel
davranışlar ve kendi hükümlerine itaat istemektedir. Yani
Allah'a itaat manası taşıyan her hareket ibadettir.
İbadet, 'abd' kelimesinden türetilmiştir. Bu da; en yüce bilinen
bir varlığa itiraz etmeksizin, karşı gelmeksizin itaat etmek,
boyun eğmek demektir. Eskiden kölelere de 'abd' denirdi. Onlar,
sahiplerine karşı gelmeksizin itaat ederlerdi. Çünkü onlar
efendilerinin malı sayılırlardı.
İnsanın Allah karşısındaki durumu, kölenin efendisi karşısındaki
durumu gibi değildir. İnsanlar Allah'ın köleleri değildirler.
Ancak insanlar mutlak itaatı, boyun eğmeyi ve en yüksek tazimi
Allah'a yapmak zorundadırlar. Bunun adı kulluktur, yani
ibadettir. (Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, s.f. 282,
Beyan Yayınları)
İbâdet kelimesi, "abede" fiilinin masdarı olup "itaat etmek,
boyun eğmek, tevâzu göstermek, bağlanmak ve hizmet etmek"
anlamlarına gelir. İbâdet kelimesinin türediği "abd" kökü, şu
anlamlara gelir:
1) Hürün karşıtı olan köle,
2) Boyun eğmek ve itaat etmek,
3) Kulluk etmek, ilâh tanımak, tapmak,
4) Bir şeye bağlanıp, ondan ayrılmamak.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere ibâdet kelimesinin ifade
ettiği esas manalar; "kişinin yüksek ve üstün birine karşı baş
eğmesi, itaat etmesi, kendi hürriyetinden ferâgat ederek onun
karşısında her türlü isyanı terk etmesi, tam bir bağlılıkla ona
boyun eğmesidir." İşte bu durum, kulluk ve itaattir. İbâdet,
itaat etmenin bir çeşididir. Bu itaata layık olan da, hiç
şüphesiz gerçek ma'bud olan Allah'tır. Çok ibâdet edene âbid;
kendisine ibâdet edilene de ma'bûd denir.
Kur'ânî bir terim olarak ibâdetin genel anlamdaki tanımı şudur:
"Yapılması sevap olan, Allah'a yakınlık ifade eden, yalnız O'nun
emirlerini yerine getirmiş olmak ve rızâsını kazanmak niyetiyle
yapılan, her türlü harekete ibâdet denir."
Demek ki İslamî manasıyla Allah'a ibâdet: "İnsanın rûhen ve
bedenen, gizli ve açık bütün mevcudiyetiyle yalnız Allah'a
yapmış olduğu şuurlu (bilinçli) bir tâat ve kurbettir."
"İbâdet" kavramı, "kurbet" (yakınlık) ve "tâat" (sevap olan
şeyler) kavramlarının anlamını da içermektedir. Dolayısıyla
ibâdet eden insan, hem Allah'a yaklaşmış, tanıyıp kulluk etmiş,
boyun eğmiş ve hem de O'na itaat etmiş olur. Mesela namaz kılan
bir insan, Allah'a tâat, ibâdet ve kurbet görevlerini yapmış
olur. Namazın kabul olması için de "iman", "ihlâs" ve "niyet" in
bulunması gerekmektedir. Korku ve ümit içinde hem zâhir, hem
bâtında sonsuz bir alçak gönüllülük ile sınırsız bir ta'zimi
ihtiva eden ibâdet, "kibir" ve "riyâ" kabul etmez.
"İbâdet", boyun eğmenin, itaat etmenin, saygı göstermenin ve
kulluğun en son noktasıdır. İbâdet, insanın Allah'ın râzı olduğu
şeyi yapması, yerine getirmekle yükümlü olduğu fiilleri
emrolunduğu şekliyle hayata geçirmesi, hiçbir şey gözetmeden
Allah'a kulluk etmesi ve bunu, sadece O'na boyun eğip itaat
etmek için yapmasıdır.
İtaat büyük bir makamdır. İbâdet/kulluk yapan "âbid/abd" (kulluk
yapan/kul), itaat ve ibâdetle Allah'a bağlandığı için
şereflenir. Allah Teâlâ, rasulü Muhammed (s.a.v.)'i, makamların
en şereflisi olan "risâlet" makamında "abd/kul" kelimesi ile
isimlendirmiştir. (2/23, 17/1, 18/1, 57/9) O yüzden şehâdet
kelimesinde bile "rasül" kelimesinden de önce; daha önemli ve
daha şerefli olduğu için "abduhu: O'nun kulu" ifadesi
kullanılır. Çünkü risalet, Muhammmed'in (s.a.v.) diğer insanlara
yönelik ilişki ve görevini ifade ederken; "abd/kul" ifadesi,
onun Rabbıyla ilişkisini ve bağını anlamlandırır. Allah'la
irtibatın, diğer insanlarla ilişkiden daha şerefli olduğu da
açıktır. Biz de, şeref ve fazilet istiyorsak, bunun Allah'la
bağımızı güçlendirmekten geçtiğini, yani ancak ibâdet ve kulluk
görevlerimizde derinleşmekle makamımızı yükseltebileceğimizi
aklımızdan çıkarmamalıyız.
İbâdet, imanın uygulanması, hak ve doğru kabul edilen esasların
günlük hayatta yaşanması olduğundan, Allah katında tâat kabul
edilen her davranışın bilfiil uygulanmış, yapılmış olması
gerekir. Yoksa, yalnız istek halinde kalıp, davranış sahasına
çıkmayan duygu ve düşünceler, Allah'a yakınlık anlamına gelen
kurbet ve tâat olsalar da, ibâdet değillerdir. Gerçek iman kulun
kalbine girdiği zaman bu pratiğe salih amel şeklinde yansır.
Allah insanlardan söz söylemelerini değil, sözlerini
doğrulayacak salih amel işlemelerini ister. Bunun yanında,
niyetsiz, sadece görünürde yapılan işler de ne olursa olsun,
ibâdet sayılmazlar. Niyetsiz yatıp kalkmak namaz olmadığı gibi,
niyetsiz aç durmak da oruç değildir. O halde kötü niyetle, veya
Allah'a itaat ve yakınlık kastından başka bir maksatla yapılan
işler, ibâdet olamazlar.
Lisanımızda çokça kullanılan "tapınmak ve tapmak" kelimeleri,
ibâdet'in değil; yalnızca tâat'in karşılığı olabilir. Hatta
tapmak ve tapınmak kelimelerinden az çok, ne yaptığını bilmemek
gibi bir şuursuzluk manası anlaşıldığı için, bu kelimeleri "puta
tapmak", "haça tapmak" gibi yerlerde kullanırız. Oysa kulluk
etmek, şuur bakımından tapmak kelimesinden daha iyi ve
anlamlıdır. Şu halde ibâdet terimi, bir tâat mertebesini ifade
etmektedir ki, en hususi anlamı "ibâdet", en genel anlamı ise
"kulluk" manasına gelen "ubûdiyet"tir. İbâdet, Allah'ın râzı
olduğu şeyi yapmak; ubûdiyet ise, Allah'ın yaptığına râzı
olmaktır, diye de tanımlanmıştır. (Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram
Tefsiri)
|