Nefsimizi Ramazan'da yeniyoruz; ruhumuzu
Ramazan'da yeniliyoruz!.
Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letaifin, o mübarek ayda oruç
vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin
ağlamasına rağmen, onlar masumane gülüyorlar...
Bediüzzaman, Mektubat
Oruç, her şeyden evvel irade terbiyesidir.
Oruç, İslamiyet'in dış görünüşüdür. Oruç, cami gibidir. İçki
satılmayan dükkân gibidir. Kadının kapanması gibidir.
Oruç şeair-i İslam'dır. Yani, İslamiyet'in dışa akseden yansıyan
yönüdür.
Allah, Rabb'dır, yani terbiye edicidir. Allah diyor ki: "Oruç
size farz kılındı" (Bakara 183) Biz de oruç tutarak Allah'ın
terbiyesi altına giriyoruz. Eğer oruç tutulup mide terbiye
edilmezse nefis insana hükmeder.
Birisi Hulusi Ağabey'e demiş ki: "Ağabey ben nefsimi terbiye
ettim." Hulusi Ağabey de, "Senin kuyruğuna basan oldu mu?" diye
sormuş. Kim nefsini ıslah etmiştir? Birisi ona zarar verdi mi, o
Müslümanca hareket ediyorsa, kişi nefsini ıslah etmiştir.
Ramazan'da nefsimize her istediğini vermeyiz... Şahsî hayatımız
Ramazan'da maddeten ve manen kuvvet kazanır...
Yeryüzü bir ziyafet sofrasıdır. Bu ziyafet sofrasında böcekler
de var, filler de var, insanlar da var. O kadar bolluk içindeyiz
ki, insanlar açlığın önemini, fakirin halini anlayamıyorlar.
Ramazan'da açlığı anlarız. Fakirin halini anlarız. Biz açız amma
akşama üç türlü yemek var. Fakir hem açtır hem de ne zaman ne
bulacağını bilemez.
Mevlânâ, hizmetçisine daima sorarmış: "Bugün evimizde yiyip
içecek bir şey var mı, yok mu?" Arada bir, "Hayır, hiçbir şey
yok" cevabını aldığı zaman, sevincinden uçarmış, "Allah'ım sana
şükürler olsun... Evimiz bugün Peygamberler Peygamberi'nin evine
benziyor." Pek çok yemek bulunduğu söylenecek olursa, "Aman"
dermiş, "Bu evden firavun kokusu geliyor!"
Unutmamak lazımdır ki, her insanın verebileceği çok şeyler
vardır. Biz gerçek manada fakir değiliz. Bediüzzaman buyurmuş
ki: "Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri
bulunabilir. Ona karşı şefkatle mükelleftir."
Medeniyet, maddi-manevi ihtiyaçları artırdı. Herkes bulamadığı
şeyin fakiri oldu. Bu ölçüyle dünyada milyonlarca fakir var.
Askerlik yaptığım bölükte yüz altmış tane asker vardı. Yemekler
dağıtılır, hiç kimse başlayamazdı. Nöbetçi subay bakar
kontrollerini yapar, "Afiyet olsun asker!" diye bağırır ve
askerlerin hepsi birden yemeğe başlarlardı.
Şimdi biz de İstanbul'da bir iftar vaktini ele alalım...
Milyonlarca insan sofranın başına oturmuş bekliyor. Hiç kimse
elini yemeğe uzatamıyor. Lokantaya gidiyoruz, açık saçıklar,
berduşlar, zenginler... Herkes öyle bekliyor. Açık yerleri
kapalı yerlerinden fazla olan kadınlar, öylece bekliyorlar...
Zahiri Fransız, batını Müslüman; o da bekliyor... Koskoca
dünyanın Müslümanları sofranın başında oturmuş bekliyor... O
sırada müezzin, "Allahu ekber" diyor, taburdaki askerler gibi,
insanlar kaşığa sarılıyor. Bu manzara Allah'a itaatin en canlı
şeklidir.
Kâinat kitabının yönetmeliği Kur'an-ı Kerim, Ramazan'da inmeye
başlamıştır. Yeryüzü sarayında nasıl yaşamalıyız ki, ceza
görmeden mükâfat görelim? İşte bu sorunun cevabı Kur'an-ı
Kerim'dedir. Ramazan ayı İslamiyet'in bütününü Müslüman'a takdim
eder; "işte İslamiyet budur" der!..
"İslamiyet nerede, ben neredeyim?"
Ramazan'da bu soruyu düşünmek lazım... Oruç bir kapıdır; İslam
sarayının bir kapısı... Nasıl Topkapı Sarayı'na gireriz, sonra
odaları tek tek dolaşırız, aynı şekilde oruç da İslam sarayının
kapısıdır. Oradan giren, şükür odasını dolaşır, nefsi terbiye
etme odasını dolaşır, zekât kapısını dolaşır.
Bütün mahkûmlar devletten af bekliyor. Devlet de diyor ki:
"Devletin çiftliklerinde çalışırsan, bir günün iki gün
sayılacak" Böylece beş yıl yatacak olan mahkûm iki buçuk yıl
yatacak. Aynı şekilde Ramazan'da yapılan ibadetlerde bir sevaba
bin sevap yazılıyor. Bu şekilde günahlarımız eriyecek inşallah.
Cumhurbaşkanı dese, "Gelin benim yaverim olun..." Ne kadar
seviniriz; Ramazan'da da Allah diyor ki: "Gelin benim yakınım
olun!"
Böyle Ramazan sevilmez mi?
|